menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Huzur kim, biz kim...

62 9
26.07.2025

Bu hafta yazılacak çok konu vardı.

Yazmaya insanın elinin gitmediği ama hakikati bağırmak zorunda olduğumuzdan sürekli konuşmamız gereken çok şey var. Mesela düşünüyorum da ne kadar hızlı geçti, kele kel demenin yargılanma sebebi sayıldığı İçişleri Bakanı zamanı, terörist kelimesi budala kadar sıradan bir sıfata indirgenmişti. Soğanın kilosu 20’ye çıktı diye soğan terörü manşeti atıldı ülkede. Koca koca kürsülerde yapıştırıp gittiler hepimize dünyanın en ağır ithamlarından birini: Teröristsin, teröristler, terör…

Şimdilerde çok ölümlü bir ülkeyiz artık belki de ondan her gün birilerimiz şehit ilan ediliyor. Şehitlik kavramı artık askerlik, polislik gibi bir kamu görevine ait değil. Halka bir teselli gibi, gidenin cennete gideceğini bu dünyanın fanileri olarak vadederek şehit oldu diyorlar. Devletin şehitlik mertebesi ilan etmesinin bir bedeli olmalı, geride kalanlara tazminat ödüyorlar mı, şehit yakını maaşı bağlıyorlar mı, şehit ailesi haklarından yararlandırıyorlar mı? Bilmiyoruz. Orman işçileri öldü, temmuz zammı beklerken ölüm çaldı kapılarını. AKUT gönüllüsü pırıl pırıl gençler öldü. Sosyal sorumluluğa ayrılan kişi başı süre sıralamasında sonlardaki bir ülkede, arama kurtarma eğitimi alıp, tüm tehlikeleri göze alıp (Kurucusunun bir ara tutuklandığı bir dernek ne de olsa) kendini selde, yangında, depremde ortaya atabilen en iyilerimiz gitti. Giden gittiğiyle kalır mı? Hak mı reva mı? Şehit oldular diyorsa devlet, sözünün ardında durmalı. Sahi bu devlet, en son ne zaman önlenebilir bir ölümün tazminatıyla anıldı? Halk, ölürken bile masraf çıkarmasın isteyen bir iktidar bu.

Boğularak bakıyordum gündeme, dişlerim her zamanki gibi sıkılı, kaşlarım çatılı, boğazımda yutkunamadıklarımdan koca bir ağrı.

Çok alakasız bir video düştü önüme, İtalya’da ufak bir şehir, açık hava sineması kurmuşlar meydana, bedava.

Halk toplanmış plastik sandalyelerde film izliyor. Orta yaşların üzeri bir kadın, sandalyeyi meydandaki süs havuzuna yerleştirmiş, toplamış eteklerini, sokmuş bacaklarını suya, yayılmış sinema perdesine bakıyor.

Öyle rahat yayılmış ki köklenmiş oracığa, serinliği ekrandan bile insanın yüzüne vuruyor, görüntüdeki huzur somut bir şey sanki, uzansak dokunulacak gibi ve göz dolduruyor. Bu kadar sıradan bir ana, bunca özeneceğim aklıma gelmezdi, sanki çok acı, çok sıcak bir şey boğazımı yakarak inip mideme oturdu.

Mutluluğu; sürekli bir durumdan ziyade başka yer ve zamanda olmak istemediğin anlarda saklı, geçici bir iyi hal olarak tanımlarım. Tanımlayabilecek kadar hatırımda bu duygu, huzur için düşündüm uzun uzun, tanımlayamadım. Öyle derinden yitip gitmiş demek hatırdan. “Tam şu an mutluyum” dediğim kareler var hafızamda ama “O kadar huzurluyum ki” dediğim son gün zinhar gelmiyor aklıma.........

© Evrensel