“Lübnanlaşma”: Bir Ülke Nasıl Parçalanır?
Bir zamanlar “Orta Doğu’nun Paris’i” diye anılıyordu Beyrut. 2010 yılında, nüfusunun yaklaşık 5 milyon olduğu tahmin edilen ülkeyi, yaklaşık 2 milyon kişi ziyaret etmişti. Bölgenin ‘en özgür’ ve ‘en canlı’ ülkesi olarak öne çıkarılıyordu. Normali ‘normal’ miydi peki? Hayır. Ne yazık ki, bazı bölgelerin, ülkelerin ‘normalleşmesi’ olağandışıdır. Lübnan da o ülkelerden biri. Bazen nispeten huzurlu göründüğü, turizmin zirve yaptığı senelerden de kolayca anlaşılabilir. Oysa adı “beyaz” anlamına gelen Lübnan’da, merkezkaç kuvvetini oluşturan dağların zirvesindeki karlar dışında beyaz kalan hemen hiçbir şey yok. Bağımsızlığını elde ettiği 1943’ten beri din ve mezhep çatışmalarıyla sürekli olarak varlık savaşı veriyor. Tabii bu kaosla birlikte dolar kuruyla baş edemeyen ağır bir ekonomik savaş da beraberinde geliyor.
Papa, Lübnan’ı bir turist olarak ziyaret etmedi. Son derece katmanlı bir anlam yatıyor bu teo(lojik)-politik gezinin ardında. Papa 14. Leo “Katoliklerin ruhani lideri” sıfatıyla yaptığı ziyaretiyle aslında, adım adım bütün Filistin’i ele geçiren, hatta bu orantısız savaşta, bölgedeki varlığını dayandırdığı tarih öncesi çağlarda bile kendisine ait olmayan ve bugün Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu bölgeleri dahi işgal eden İsrail’e Lübnan ve İsrail’in sınırı olan Mavi Hat’tın gerisinden, Lübnan’ın can damarı Litani Nehri’nin kıyısından mesaj vermiş oldu.
Lübnan’ı ilk ziyaret eden Papa da 14. Leo değildi üstelik. II. John Paul 1997’de Lübnan’a bir ziyarette bulunmuş, bundan 3 yıl sonra İsrail işgal ettiği Lübnan’dan çekilmişti. Bu gelişmeyle iyiden iyiye yıldızı parlayan Hizbullah, İsrail’e Lübnan’dan saldırdıkça Lübnan’da ekonomi, güvenlik, huzur yerle yeksan oluyordu. Hizbullah’a karşı hükümet yanlısı toplumsal bir kamp ortaya çıkarken, yine ‘barış ve huzur’ temennisiyle Papa bölgede belirdi. Bu defa gelen 16. Benedict’ti, yıl 2012. Bundan sonraki dönemde her şey Lübnan için daha da kötüye gitti: Devalüasyon, iflas, liman patlaması ile tamamen sarsılan toplumsal güven.
Öte yandan; Suriye iç savaşından kaçan milyonlarca insan Lübnan’a göç etti. Böylece, Müslüman akınıyla nüfus dağılımı baştan aşağı yeniden yapılanmış oldu. Bu da demografinin paylarına göre yönetimini ve ekonomisini biçimlendiren Lübnan’ın geleceği için masanın yeniden kurulması, kartların yeniden karılması anlamına geliyor.
Lübnan’ın çok etnikli, çok kültürlü yapısı uluslaşmasını zorlaştıran temel etken, ancak; toplumda çok sayıda din ve mezhebin var oluşu Lübnan’ı parçalara ayırmak, bölmek üzere çıkarılan bütün kaosların asıl nedenini oluşturdu. Ne var ki Lübnan, din ve mezhep temelli bir yönetim aygıtıyla, sürekli tıkanan bir sistem ve rejimle devletliğini hala sürdürmeye çalışıyor. Cumhurbaşkanının, başbakanın, meclis başkanının hangi dinden, mezhepten olduğu hep tartışma konusu oldu. Tarihte de benzer durumdaydı: Marunileri Fransa, Dürzileri Britanya, Müslümanları ise Osmanlı Devleti korumayı üstleniyordu. Aslında, bu sözde koruma girişimleri arkasında her devlet, kendine kalıcı bir nüfuz alanı yaratmaya ve bölgenin sağlayacağı ekonomik çıktıda payını........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Gideon Levy
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein