Bu kavga hürriyet kavgası
Öyle derin bir sığlığa sürüklendik ki, saplandığımız bataktan bizi kurtarmasını beklediğimiz insanların vasatlığı kadar isyanımız da eylemimiz de vasat kaldı.
Bunu kültürsüzlük politikalarıyla ince ince ördüler. Her makamı sorumluluktan koparıp çıkara eşitlediler. Yenilmezliklerini, muhalefeti çektikleri kendi çap alanlarına alıştırarak sağladılar. Kendi muhalefetlerini koruyor ve azıcık uzun vadeli program, çözüm üreten, harekete geçen olursa hemen ya tutukluyorlar ya da yerleştirdikleri ayrımcılığın kullanışlı nefretine başvuruyor; o nefretin, cehaletle köpüren kazanına atmanın bir yolunu buluyorlar.
Hani meşhur fıkradaki gibi… Zebellah türkü tutturmuş dolanıyor, zira kazana doldurup kaynattıkları birbirini ayaklarından, suyun daha kaynar derinine çekiyor. Eğer dışarıdan onları kurtarmaya el uzatan olursa, kavrayıp kendini dışarı çekmek yerine onu kazanın içine çekiyorlar.
En büyük yanlışı öğrettiler önce: “Esas oğlan” parıltısına esir oldular.
Sonra “esas oğlan bir kahraman olsun, bizi kurtarsın” beklentisi yerleşti topluma da. Siyaseti neden ve sonuca değil, kişiye ve “kim” tartışmasına çivilediler. Bunu tek eksenli hale getirip “esas oğlan yarışında” körleştiler. Tek gündemli, tek dertli oldular. Sadece seçim kazanabilecek “esas oğlanı” anlatıyor, arıyorlar.
Oysa kahramanlara at lazımdır, yollarına yoldaş lazımdır, ceplerine pusula lazımdır. Kılavuz olmadan yol yürünür mü? On cephede tek başına savaşılır mı?
Yol bir ama sürek bin bir!
Bunu unuttular. Üst üste koymak yerine kuleyi devirdiler. Taşları dağıttılar. İzleksiz, belleksiz toplumun izleksiz, belleksiz öncüleri oldular. İktidar o gün hangi kartı açarsa, hangi çöpü çekerse ona odaklı mücadele pratiği; kendi yarattığı kahramanları kendi tüketmeye devam ediyor. Dün arkasında milyonlar oldukları Kemal Kılıçdaroğlu’nu, bugün bu ülkenin tüm siyasi gerçeklerini, bir ömürlük birikimi, birçok belirleyiciyi, eşlikçiyi, gelişmeyi unutmuş, tümden yargılıyorlar. Daha kötüsü, yargısız infazla üzerinde tepinerek, mücadele ettiğimiz linç ve şiddet kültürüne malzeme ediyorlar.
Onu, öznesi olmadığı bir davayı sonlandırmamakla suçluyorlar. Hızır Paşası, Bolu Beyi, zalimi, hadsizi, üslupsuzu, hırslısı, sağcısı; hepsi bir olmuş, herkes sütten ak. Hepsi hakaret ettiği partiye kırmızı halıyla, can yeleğiyle dönerken, ülkenin tüm felaketlerinin faturası seçimi kazanamayan (H,5) eski başkanın recmiyle kesiliyor.
Oysa onun yanlışlarını tekrarlamamanın yolu yine kişilerde değil, sürekte.
Eylem ve söylemde tutarlılıkta. Değişim; en önce bu nefret ve ayrıştırmayı öğretene, kullanan ve yerleştirene karşı kapsayıcı ve bütünleşebilen bir mücadeleyle gelebilir ancak.
Sanki CHP kurultay davası, iktidarın CHP’ye kurduğu tuzak değil! Sanki bu davanın belirleyicisi olan hukuk, iktidarın hukuku değil. Sanki hukuksuzluğa sığınmış iktidar, onun demesiyle CHP ya da insan hakları lehine çalışacak.
Beklenen sözler söylense şık olur. Ama ne çözüm olur, ne söylenen........
© Birgün
