Buradaki Harvey’ler
Uluslararası sanat ve kültür arenasında #MeToo dalgası, yalnızca bireyleri değil, patriyarkal iktidarın kendisini sarsan sismik bir kırılmayı işaret etti. Harvey Weinstein’ın düşüşü, bir erkeğin değil, yıllardır süren cezasızlık rejiminin çöküşüydü. Batı’da bu süreç, kurumsal taahhütler ve etik protokollerle desteklendi; tartışmalı da olsa bir tür feminist restoratif adalet arayışı ortaya çıktı. Ancak bu deneyimler, farklı kültürel bağlamlarda sınırlarını gösteriyor. Türkiye örneği, bu açıdan öğretici. Buradaki ifşalar, Batı’daki gibi kurumsal dönüşüme ulaşamadı; bireysel cesaret ile yapısal direnç arasında sıkışmış, kırılgan bir sahneye dönüştü. Türkiye’deki ifşaların dağınıklığı strateji eksikliğinden değil, kasıtlı bir yalıtılmışlığın sonucu. Faili koruyan mekanizmalar, kayırmacı ağlar, hukukun etkinsizliği ve cinsiyetçi medya söylemleri nedeniyle sesler birleşemiyor. Her ifşa kendi mikrokozmosunda patlıyor; ancak kurumsal sessizliğin süngerimsi dokusunca nötralize ediliyor.
Türkiye’de de Weinstein figürlerlerinin varlığı kesin. Kültür-sanat dünyasında erkek egemen yapılar, kapalı kapılar ardındaki güç ilişkileri ve yıldırma/taciz pratikleri evrensel; Türkiye bundan muaf değil. Tiyatro, sinema, televizyon, edebiyat ve yayıncılık çevrelerinde yıllardır fısıltı gazetesiyle dolaşan, birçok kadının benzer deneyimler yaşadığını söylediği isimler var. Ama sistemli ve belgelenmiş biçimde ifşa edilmedi. Nedeni kurbanların sessizliği değil; medya düzeni, yargı mekanizmaları ve kültürel iklimin ifşaları taşımaya hazır olmaması. Ayrıca, kadınlar ifşa ettiklerinde ağır karşı kampanya, dava tehdidi ve meslekten dışlanma riskiyle baş başa kalıyor.
Audre Lorde, 20. yüzyılın önde gelen siyah........
© Birgün
