menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Lefter, Troçki ve Büyükada

15 1
22.11.2025

Lefter Küçükandonyadis’in hayatını konu alan filmin, Netflix’de gösterime girmesi, yalnızca bir futbol efsanesinin kariyerini değil, aynı zamanda 20. yüzyılın başından 1950’lere uzanan siyasal, toplumsal ve kültürel dönüşümlerin içinden geçen bir Rum çocuğunun hikâyesini yeniden düşünmeyi mümkün kılıyor.

Bu film vesilesiyle, Lefter’in doğduğu Büyükada’nın 1920’lerdeki toplumsal yapısından, mübadele sonrasının kırılgan dengelerine; Troçki’nin aynı yıllarda adada sürgün hayatını sürdürürken kaleme aldığı siyasal analizlerden, Cumhuriyet’in ilk dönemindeki Ermeni ve Rum nüfus üzerindeki kısıtlama politikalarına; İstanbul’un milletli spor ortamından Taksimspor’un kuruluşuna ve 6–7 Eylül gecesine kadar uzanan geniş bir tarihsel aralığın iç içe geçtiği bir toplumsal arka plan ortaya çıkıyor.

Lefter’in hikâyesi, bu geniş bağlamın ortasında yalnızca bir sporcunun yükselişi değil, aynı zamanda bir ülkenin dönüşümünün ve ada yaşamının sessiz tanıklıklarının da izlerini taşıyor. Büyükada, bu dönüşümlerin kendine özgü biçimde yoğunlaştığı, farklı kesimleri yan yana getiren bir mekân olarak karşımıza çıkıyor. Bu yazıda, Troçki’nin kaleme aldığı siyasal analizlerin izlerini, adanın gündelik hayatı üzerinden 6–7 Eylül’e uzanan tarihe kadar kısaca takip etmeye çalışacağız.

Netflix yapımı filmde Rumca konuşan sahneleri duyduğumuzda, aslında Türkiye’de sinema ve dizilerin nasıl olması gerektiğini yeniden hatırlıyoruz.

İzleyici ile film arasına bir yabancılaşma girmiyor. Bu Rumlar neden Rumca konuşuyor sorusunu sordurtmuyor insana.

Yıllardır Kürtlerin Kürtçesini, Karadeniz’de Lazca, Rumca, Hemşince ve Gürcüceyi yok sayan; tüm bir dil çeşitliliğini kötü bir “Türkçe aksanı” klişesine indirgeyen sektörün aksine, Lefter filmi insanların kendi ana dilleriyle var olduğu bir gerçekliği perdeye taşıyor ve başka bir mümkünatı bize gösteriyor. Bu filme dair, film teknikleri, oyunculuklar, senaryo gibi konuları da ele alacak yazılar da geleceğini düşünmekteyim.

Lefter 1924 yılında dünyaya geldiğinde bir sene öncesinde Lozan Antlaşması’nın 30 Ocak 1923 tarihli “Türk ve Rum Nüfuslarının Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol” hükümleri yürürlüğe girmiş ve Türkiye’deki Rum Ortodoks nüfusun, İstanbul ve Bozcaada–Gökçeada istisna edilmek üzere, Yunanistan’a gönderilmesi süreci başlamıştı.

Aynı dönemde Yunanistan’daki Müslüman nüfus da Türkiye’ye gönderilmiş, toplamda yaklaşık 1.2 milyon Rum ve 400 bin Müslüman zorunlu göçe tâbi tutulmuştu. Bu süreçte komisyonlar yer değiştiren nüfusun kayıtlarını, taşınır-taşınmaz malların tespitini ve sevk işlemlerini yürütmüş; göç, 1924 boyunca yoğun bir şekilde devam etmişti. İstanbul ve Adalar bölgesi mübadeleden muaf tutulmakla birlikte, çevredeki Rum yerleşimlerinin boşalması ve yeni iskân politikaları bölgenin demografik yapısını dolaylı olarak etkilemişti.

Lefter’in doğduğu Büyükada, bu kırılma döneminin hemen sonrasında, Rumların sayısının azaldığı ama kültürel varlığın hâlâ güçlü biçimde hissedildiği bir yerdi.

1920’lerde Prens Adaları, İstanbul’un edebiyat, sanat ve siyaset çevrelerinin buluştuğu önemli bir merkezdi. Reşat Nuri Güntekin, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Fethi Okyar, İbrahim Çallı ve Şakir Paşa ailesi gibi dönemin önde gelen isimleri adalarda yaşıyordu. Kınalıada’da Zabel Asadur ve ileride şair Zahrad’ın ailesi gibi Ermeni entelektüeller bulunuyor; bu isimlerin toplamı Adaları 1920’lerde canlı, çok katmanlı bir kültürel alan hâline getiriyordu. Lefter’in doğduğu Büyükada da tam bu yoğun kültürel ortamın içindeydi.

Ulaşım olanaklarının gelişmesiyle Prens Adaları’na ilgi hızla arttı. 1846’da başlayan düzenli vapur seferleri, 20. yüzyıl başında Şirket-i Hayriye filosunun büyümesiyle çok daha sık ve erişilebilir hâle gelmiş; yaz aylarında yüzü aşkın geminin önemli bir bölümü Adalar hattına kaydırılmış, büyük yolcu vapurları bin kişiye yaklaşan kapasiteleriyle adalara yoğun bir akış yaratmıştı.

Bu süreçte deniz hamamlarının yerini plaj kültürü almaya başlamış, Rum köy dokusuna köşkler ve pansiyonlar eklenmiş, böylece Büyükada ve diğer adalar hem Cumhuriyet elitinin yazlık merkezlerine hem de balıkçı–işçi mahalleleriyle iç içe yaşayan çok katmanlı topluluklara ev sahipliği yapmayı sürdürmüştü.

İlk başta bu dönemde Ermeni nüfus yerleşmeye başlamıştı, komşu ada olan Kınalıada’da yoğunlaşa da, Büyükada’da Ermeni nüfus da gelmişti. (Bunlardan biri, hala bana sır kalan Berberyan akrabalarm). 19. yy sonundan 1930’lara kadar Adalar’da Rum balıkçı/işçi mahalleleri (özellikle Maden ve Nizam’ın arka sokakları) ile köşk sahiplerinin yaşadığı bölgeler iç içe olmakla birlikte, bunları birbirinden bu küçük adada ayırmak, İstanbul’un sınıfına göre ayrılmış mahalle ve semtlerine göre çokta mümkün değildi. Lefter, işte böyle dar bir alanda zenginlerin gölgesinde büyüyen fakir bir balıkçının çocuğu olarak futbolcu olan abisi gibi, futbola sevdalanmaya başlamıştı.

Lefter dünyaya geldiğinde, Sovyetler Birliği'nde Lenin ölmüş, Troçki’nin üzerindeki baskı artmaya başlamıştı. O sıralarda Troçki, iç savaşta Kızıl Ordu’nun komutanı ve Rosa Luxemburg’un ifadesiyle Ekim Devrimi’nin iki önderinden biri olmasına adamı parti içinde ona karşı saldırılar yoğunlaşıyor, Stalin–Zinovyev–Kamenev üçlüsünün hedefi hâline geliyordu. 1923’te “Sol Muhalefet” adıyla parti içinde bürokratikleşmeye karşı çıkmış, fakat Lenin’in hastalığı ve ölümü sonrasında bu muhalefete karşı hamleler adım adım sertleşmişti. Birkaç yıl içinde Troçki önce Savaş Komiserliği görevinden alınacak, ardından Politbüro’dan dışlanacak ve sonunda parti üyeliği bile düşürülerek uzak Sibirya’ya, oradan da Türkiye sürgününe doğru itilecekti.

Leon Troçki, Sovyetler Birliği’nden sürgün edildikten sonra 1929 Şubat’ında İstanbul’a getirildi ve kısa süre içinde Büyükada’ya yerleştirildi. İlk olarak Nizam Caddesi’ndeki Arap İzzet Paşa Köşkü’nde oturdu, daha sonra da yine Nizam Caddesi üzerindeki Con Paşa Köşkü’nün Hamlacı Sokak’a açılan kâgir müştemilatına geçti. Bu evlerde kaldığı dönemde düzenli bir çalışma temposu sürdürdü. Gündelik hayatında dışarıya açık olduğu nadir anlardan biri tıraş için berbere gidişleriydi. Ahmet “Fıstık” Tanrıverdi’nin Hoşçakal Prinkipo kitabında aktardığına göre, Troçki tıraşa geldiğinde, yanında görevli polisler dükkânın çevresinde konuşlanır, sokak ve civar dikkatle gözetim altında tutulurdu. Ada çocuklarının (kim bilir, belki Lefter de bu çocuklar arasındaydı) bu sahneyi, kapı önünde toplanıp içeride tıraş olan “yabancıyı” sessizce izleyerek seyrettikleri aktarılır.

Güvenlik ve ev içi düzen de Türk ve yerli unsurlarla iç içeydi. Troçki’nin Büyükada’daki güvenliğinden sorumlu iki isimden biri Komiser Mustafa Oğuz, diğeri ise ada halkının “Troçki Hilmi” diye andığı polis memuru Hilmi idi; bu iki polis hem resmî koruma görevini yürütüyor hem de adadaki hareketliliği takip ediyordu.

Daha sonra ortaya çıkacağı üzere, “Polis Salih” diye anılan bir diğer görevlinin ise GPU’ya bilgi aktardığı anlaşılacaktı. Ev içinde mutfak işleri ve yemek hazırlama işi, yine Hoşçakal Prinkipo’da adı geçen yerli kadınlar tarafından yürütülüyordu: Lefter Küçükandonyadis’in teyzesi Despina Fıstikas ile başka bir aileyle bağlantılı Eleni Lazaro’nun, Tanrıverdi’nin aktardığına göre zayıf kilosu ve görünüşünün tersine yemek yemeyi seven Troçki’nin aşçılığını yaptığı, gündüzleri köşkte yemek pişirip akşamları kendi evlerine döndükleri belirtilir.

Troçki, İstanbul’daki dört yıllık sürgün döneminin büyük kısmını Büyükada’da geçirirken, hem Türkiye’nin hem de Sovyetler Birliği’nin yoğun gözetimi altındaydı. Açılan Millî Emniyet Hizmeti (MAH) raporu, Troçki’nin izlenmesinde MAH ile Sovyet istihbaratı GPU’nun zaman zaman işbirliği yaptığını, birbirlerinin kaynaklarından faydalanmaya çalıştığını ve karşılıklı bilgi alışverişine açık olduklarını göstererek, Troçki’nin daha İstanbul’dayken nasıl çok katmanlı bir ajan ve ihbarcı ağıyla çevrelendiğini ortaya koydu. Raporlarda ismi silindiği için yalnızca “Efendi” olarak anılan bir kişinin, ada çevresindeki Ermeni ilişkilerini izlemekle görevlendirildiği anlaşılmaktadır.

Troçki’nin Prinkipo günleri, Avrupa’da siyasal dengelerin hızla çözüldüğü ve Almanya’da faşizmin kitle desteğini büyüttüğü bir döneme denk geliyordu. Özellikle 1930’dan itibaren Nazi Partisi’nin seçimlerde büyük sıçrama yapması, Troçki’yi Büyükada’dan Almanya işçi hareketine yönelik ardı ardına uyarılar yazmaya sevk etti.

Ona göre faşizmin yükselişi, yalnızca bir parti değişimi değil, işçi sınıfı örgütlerinin, sendikaların ve bütün demokratik kazanımların fiziksel olarak yok edilmesi anlamına gelen tarihsel bir tehditti. Bu nedenle Troçki, Almanya’daki Sosyal Demokrat Parti (SPD) ile Komünist Parti’nin (KPD) birbirlerine yönelik sert düşmanlıklarını “ölümcül bir hata” olarak değerlendiriyor; faşizme karşı başarı şansının ancak iki işçi partisinin ortak bir savunma cephesi kurmasıyla mümkün olduğunu ısrarla vurguluyordu.

Büyükada’dan kaleme aldığı makale ve broşürlerde Troçki, faşizme karşı mücadelenin yalnızca söylemle değil, somut ve yerel düzeyde örgütlenmiş mekanizmalarla yürütülmesi gerektiğini savundu. Bunun için her fabrika, her işçi mahallesi ve her sendikal birimde ortak işçi savunma komitelerinin kurulmasını önerdi.

Bu komitelerin görevi, Nazi çetelerinin saldırılarına karşı mitingleri ve işçilerin çalışma alanlarını korumak, aynı zamanda SPD ve KPD tabanını pratik bir işbirliğinde bir araya getirmekti. Troçki’ye göre birleşik cephe, iki partinin programlarını birleştirmek anlamına gelmiyor; sadece faşizmin işçi örgütlerini yok etmesine karşı asgari bir ortak savunma hattı oluşturmak demekti. Bu bağlamda Troçki, işçi sınıfının siyasi parçalanmışlığının Hitler’in yükselişinin en büyük kolaylaştırıcısı olduğunu defalarca yazarken, Stalin ve Dimitrov ise SPD’yi faşizmin ikiz kardeşi ilan ederek ortak çalışmayı reddediyorlardı.

Troçki Alman faşizmi üzerine yazdığı yazılarda, şu noktaya da dikkat çeker[1]: ‘’Onlarca yıl boyunca işçiler, burjuva demokrasisinin sınırları içinde — onu kullanarak ve ona karşı mücadele ederek — kendi proletarya demokrasisi kalelerini ve üslerini inşa etmişlerdir: sendikalar, siyasi partiler, eğitim ve spor kulüpleri, kooperatifler vb.’ Yani spor........

© Bianet