menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Biz nerede hata yaptık?

39 1
16.08.2025

Amacı geçinemediklerinden intikam almak mıydı, yoksa hastaların acısını dindirmek mi?

Müessesede dikkat çekmeye mi çalışıyordu, yoksa peşinde olduğu sadece adrenalin dozu yüksek bir heyecan mıydı?

Kahraman mı olmak istiyordu, yoksa bir çeşit Tanrı imajının mı peşindeydi?

Çağdaş Almanya’nın, hatta belki dünyanın kısa zamanda en yüksek sayıda can almış seri katili her ne kadar resmen 87 cinayetten hüküm giymiş olsa da kurban sayısının çok daha yüksek olduğu tahmin ediliyor.

Böylesine bir canavarlığın köklerine inmek ve sebeplerini aramak en tabii refleksimiz olsa da Niels Högel vakasında adeta duvara çarpıyoruz. Ne de olsa küçük Niels’in çocukluğunda çekilmiş amatör filmleri ve fotoğraflarında mutsuzluğa dair en ufak bir işaret yok.

Hatta gayet ahenkli izdivaçlarını günümüze kadar sürdürdükleri görülen annesi Ulla ve babası Didi’nin çocuklarına şiddet dahil, herhangi kötü bir davranış hususunda misal oluşturmadıkları rahatlıkla düşünülebilir.

Tamam, evde riayet edilmesi gereken bazı kurallar yok değildi, fakat disiplinde asla aşırıya kaçılmıyordu; Niels hürriyeti tadarak büyüdü. Benzer vakalarda sık sık rastlanan dinamiklerden dayağa maruz kalmadı, cezalandırılmak üzere bodrum katına kilitlenmedi.

Vaziyet böyle olunca kamera karşısında gayet şaşkın, duygusal olarak fazlasıyla hırpalanmış ve gene de ebeveyn olarak sorumluluklarını sorgulayan “saf” ve “temiz” insanlar görünce seyirci filmin esas kahramanlarıyla empati kurmadan edemiyor.

Suçluluğun ötesinde (Jenseits von schuld/His parents) adlı belgesel Niels’in ebeveynini şartlar elverdiğince yakından takip ediyor, gayet mütevazı, tertipli, huzurlu ve mutlu dünyalarının nasıl altüst olduğunu zarafetle aktarıyor. Kadın yönetmen ve senaryo yazarları Katrin Nemec ve Katharina Köster böylesine ağır bir sorumluluğu üstlenirken Didi’nin ve bilhassa Ulla’nın duygusal gelgitlerine muhakkak ki hürmetle eğiliyor ve arada geri çekilmeyi biliyorlar.

DOK.fest München’de dünya prömiyerini gerçekleştirmiş olan 2024 Almanya yapımı 81 dakikalık belgesel 77. Locarno Film Festivali’nde de yer almış, akabinde Almanya’da genel gösterime girmişti.

Karşımızda, RTL gibi uluslararası bir televizyon kanalının sansasyon niyetiyle “pornografik” düzeylere indirgediği mevzunun arka planını hak ettiği ciddiyetle işleyen dingin ve çarpıcı bir belgesel var!

Filmin başında müzikte imzası olan Cico Beck’in minimal fakat tesirli dokunuşuyla maziye, Niels’in çocukluğuna arşiv malzemesiyle dönüyoruz.

Öylesine şirin bir varlığın nasıl bir katile dönüştüğünü anlamak seyirci için zorken, ebeveynin bu süreci nasıl yaşadığını tahmin etmek bile imkânsız. Ne de olsa kameramanla birlikte sık sık bindiğimiz otomobillerinin dikiz aynasına asılmış, tahminen Niels’e ait bebeklik pabuçları havada sallanırken ebeveynin oğullarını halen sevdiklerini tenimizde hissediyoruz.

Eskiden hastanede hemşire olup günümüzde ihtiyar fertlere evlerinde bakıcılık yapan babasının toplum içinde hürmet görmesi onu hemşirelik mesleğine çeken esas unsur olarak aktarılıyor. Büyükannesi de hemşire olan Niels’in annesinin mesleği hukuk danışmanlığı.

Deniz kıyısındaki şirin Wilhelmshaven’da gayet korunaklı bir çocukluk geçirdiğini anlıyoruz.

“Acaba yeterince sevgi mi vermedik, yoksa fazla mı verdik?” sualleri, anne Ulla’nın psikolojik çözümleme girişimlerinden bir tanesi. Narsistik kişilik bozukluğu teşhisi konmuş Niels’in patolojik bir yalancı olduğunu bile Ulla ancak zamanla kabullenebiliyor. Senelerden beri Niels’in çeşitli suçlamalarla karşı karşıya kaldığı muhtelif mahkeme süreçlerinin ağır neticelerine rağmen Niels’in hapisten çıkma olasılığını ve “yeni” yaşamlarını tasavvur edebiliyor.

“Güzel ve tatlı bir çocuktu” diyor Ulla Niels için. Aynı zamanda hırslı, iddialı ve inatçı olduğunu, istediğini elde edene kadar direttiğini, taleplerinin mutlaka karşılanmasını istediğini hatırlıyor.

Deyim yerindeyse Ulla hadise patladığında “neye uğradığını şaşırmış”, mahkeme duruşmalarına katılamamış, alışverişe bile gidemez hale gelip evine kapanmış. Utanç öyle bir seviyeye ulaşmış ki soyadlarını değiştirmeyi bile düşünmüş; lakin tek ihtimal, kökten bağlı olduğu memleketlerini terk etmek pahasına hayata sıfırdan başlamakmış.

Cezaevinde ziyaret edecekleri oğullarının doğum günü için sipariş verdikleri giyim dükkânında isim ve soy isimleri sorulduğunda cevap verene kadar geçen çok kısa süre sanki hepimiz için bir ömür kadar uzun oluyor.

Ebeveyn için fazlasıyla acılı olan sürecin başında Ulla günde bir bardak şarap içerek hayatı daha katlanır hale getirmiş; ancak bir ara bu bir şişe şaraba kadar varmış ve sonra içkiyle acısını dindirmekten vazgeçmiş.

Niels’in karısının torunlarını alıp gitmesi ve görüşmemeleri Ulla’nın acısını katmerlendirmiş.

“İçinden çıkmak istiyorum bu durumun, çünkü hayatı seviyorum!” diyor salim kafayla Ulla, samimiyeti hususunda hiç şüphe bırakmadan.

Hayatın sınadığı ikili sansasyonel içerikli RTL kanalında oğullarıyla alakalı belgesel diziyi seyretmeye karar veriyorlar; fakat kullanılan bildik ve bayağı argümanlardan, “bulvar gazetesi” jargonundan, drama haline getirilmiş olay örgüsünden fazlasıyla rahatsız oluyorlar ve mümkünse yayının durdurulmasını diliyorlar.

Ebeveyniyle cezaevinden sık sık telefon temasında olan Niels’in Ulla’yı manipüle etmeye çalışması da filmde acılı kadının dengesini ayrıca altüst edebilen unsurlardan biri olarak aktarılıyor.
Vaziyeti çok daha ağır şekilde yaşadığını düşündüğümüz hassas anne Ulla filmin sonlarında mantığa sıkı sıkıya bağlı kocası Didi için, benzer hislerle dolu olduğunu ama onları bastırmayı ve göstermemeyi tercih ettiğini söylüyor.

Ebeveyn çocuklarını sevmekten hakikaten vazgeçebilir mi?

(MT/AB)

Bugün Türkiye’de iç siyaset, adı henüz resmen konmamış olsa da herkesin yüksek sesle konuştuğu tek bir mesele etrafında dönüyor: yeni bir çözüm süreci. Kimi bunu “normalleşme” diye adlandırıyor, kimi “Kürt açılımı” kimi “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” kimi “Terörsüz Türkiye” ya da “anayasal vatandaşlık” tartışmalarıyla tarif ediyor. Ama hangi isimle anılırsa anılsın, meselenin merkezinde yalnızca........

© Bianet