menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

“Bir şeyler yapmazsak mahvolacağız!”

12 0
19.07.2025

Yunanistan hip hop sahnesinin en köklü ve tavizsiz isimlerinden Social Waste, çeyrek asırdır politik bir manifestoyu müzikle birleştiriyor.

Müzik endüstrisinin çarklarına ve siyasi rüzgârların yönüne aldırmadan sürdürdükleri bu yolculuk, onlar için basit bir tercih değil; hayati bir zorunluluk. Neoliberalizmin bireyciliği dayatan çölünde, faşizmin gölgesinin Akdeniz’in üzerine düştüğü bu çağda, onlar bir müzik grubundan öte; bir kolektif, sarsılmaz bir barikat.

Bu barikatın sesi, müziğini sokakların, ezilenlerin ve direnenlerin ortak yankısı olarak tanımlıyor. Sınırların ayırdığı halkların mücadelelerini ve umutlarını sözlere dökerken, bireysel kurtuluş reçetelerine karşı kolektif mücadelenin ve dayanışmanın altını ısrarla çiziyorlar.

Yeni albümleri “Rebelde”nin çıkışını fırsat bilerek, bu isyankâr sesle dayanışmanın ve mücadelenin dününü ve bugününü konuştuk.

Social Waste, çeyrek asırdır ayakta. Koşulları zorlaştığı ve politik iklimin sürekli değiştiği bir dünyada, bir arada kalmanızın ve aynı politik çizgide üretmeye devam etmenizin sırrı nedir? Bu “kolektif ruhu” nasıl canlı tutuyorsunuz?

Öncelikle, grubumuza gösterdiğiniz ilgi için teşekkür ederiz. Komşularımızla konuşmaktan büyük mutluluk duyuyoruz. Aslında başka bir seçenek olmadığını düşünüyoruz; ya hepimizin iyiliği için kolektif bir şekilde çalışacağız ya da içinde yaşadığımız neoliberal sistemin bizden istediği gibi “yenilgiyi kabul edip” kendi bireysel refahımız için en iyisini yapmaya çalışacağız. Bizi gezegenin insan eliyle topyekûn yıkımının eşiğine getiren de tam olarak bu anlayış. Dolayısıyla, bu mantığa karşı kolektif olarak bir şey yapmazsak, kendimizi “kaderimize” teslim etmiş oluruz.

Müziğinizi “Politik Akdeniz Hip Hop’u” olarak tanımlayabiliriz sanırım. Hip hop’un evrensel ritmini, Girit liri, ud, lavta gibi yerel ve geleneksel enstrümanlarla birleştirme fikri nasıl doğdu? Bu sentez, anlattığınız hikâyelere nasıl bir güç katıyor?

Başlangıçta daha geleneksel bir yol izledik: Sample'lar kullanıyor, kaydettiğimiz sesleri döngüye alıyor ve üzerine rap yapıyorduk. Bunun bir avantajı var: Müzik prodüksiyonuyla uğraşmak zorunda kalmadığınız için sözlerinize odaklanıyorsunuz ve biz de bu şekilde, tabiri caizse, sözlerimizi “keskinleştirdik”. Bir noktada bu yöntem tıkandı. Biz de dedik ki: Kendi sample'larımızı kendimiz yaratmayı deneyelim, gerçek bir grup kuralım ve bu grup Akdeniz karakterine sahip olsun. Milliyetçi bir karakter değil, daha geniş bir karakter; çünkü inanıyoruz ki hepimiz -Yunanlar, Türkler, İspanyollar, Araplar, İtalyanlar, Fransızlar, Balkanlar vb.- Braudelyen anlamda Akdeniz denilen bu geniş coğrafyanın tarihsel ürünleriyiz. Ve bu yolculuğa çıktık: Temalarımız aslında değişmedi, hâlâ “küyerel”, yani hem küresel hem de yerel. Sadece onlara eşlik eden müzik daha çekici hâle geldi.

Türkiye’deki birçok dinleyici sizi Berkin Elvan için yaptığınız “O sadece 15 yaşındaydı” şarkısıyla tanıyor. Atina’da öldürülen Aleksis Grigoropulos ve İstanbul’da öldürülen Berkin Elvan... Akdeniz’in iki yakasındaki bu “ortak acılar” ve direniş ruhu, müziğinizi ve sizi nasıl besliyor?

Bunlar trajediden ziyade devlet cinayeti; hem de tam da o gençlerin direniş ruhu yüzünden işlenen cinayetler. Şarkıda aslında Altın Şafak neonazileri tarafından katledilen ve dostumuz olan Killah P, yani Pavlos Fyssas’a da atıfta bulunuyoruz. Bizler de antikapitalist, antifaşist politik süreçlerin bir parçasıyız, dolayısıyla şarkılarımızda yer almamaları düşünülemezdi. Manu Chao da şarkıyı duyduğunda çok beğenmiş ve müziğiyle, vokalleriyle bize katılmıştı.

Menajersiz, yapım şirketi olmadan, özörgütlenmeyle çalışan bir grupsunuz. Müzik endüstrisinin kapitalist yapısına karşı bu duruşun getirdiği zorluklar ve size kazandırdığı özgürlükler nelerdir?

Öncelikle bir bilgi üretimi ve beceri geliştirme süreci var. Grubumuz için bu işleri nasıl yapacağımızı kendimiz öğreniyoruz. Her birimizin yeteneklerine göre sorumlulukları paylaşıyoruz ve herhangi bir plak şirketine değil, sadece kendimize bağlı olma özgürlüğüne sahibiz. Ayrıca bu sayede kimse bizi sansürleyemiyor ve hiçbir bağımlılığımız yok. Bu, günümüz müzik endüstrisinde çok büyük bir şey!

Avrupa’da yükselen aşırı sağ karşısında, politik hip hop’un ve genel olarak sanatın rolünü nasıl görüyorsunuz? Sadece teşhir eden değil, örgütleyen bir sanat mümkün mü?

Hip hop’un iyi yanı, siyah müziği/şarkısı olmasıdır. Bu yüzden neonaziler ona dokunmak istemez; o, onların erişim alanının, dünya görüşünün ve kültürünün dışındadır. Hip hop, bilinç oluşturucu bir rol oynar (en azından “bilinçli rap” türü -yani toplumsal içerikli rap-, her rap böyle değildir) ve ayrıca bağış toplama amacıyla düzenlenen antifaşist konserlere katılarak da katkıda bulunabilir. Bizim özelimizde ise aynı zamanda bir örgütlenme modeli de sunuyor, fakat bunu yapan hip hop değil, bizleriz. Bunun dışında hip-hop’tan daha fazlasını beklememek gerek -gerisini yapmak bize kalmış!

Şimdi de yeni albümünüz “Rebelde”den bahsedelim. Albüme İspanyolca bir kelime olan “Rebelde” (İsyancı) adını vermenizin özel bir sebebi var mı? Bu seçim, mücadelenin coğrafyalar ve diller üstü enternasyonal ruhuna bir selam mı?

Üyelerimizden Leonidas, üniversitede Latin Amerika Tarihi dersleri veriyor ve Latin Amerika’daki yerli halkların toplumsal hareketleri üzerine çok sayıda araştırma yaptı. Diğer bazı üyelerimiz de Latin Amerika’yı defalarca ziyaret etti. Dolayısıyla albüme adını veren şey, Latin Amerika’daki halklarla, topraklarla ve mücadelelerle kurduğumuz bu bağdır. Albümde ayrıca İspanyolca, İtalyanca ve Arapça sözlere de yer verdik: tam anlamıyla bir Akdeniz albümü!

Hazır Rebelde demişken, albüme adını veren “Rebelde” şarkısından da söz edebilir misiniz?

Aslında bunun bir hikâyesi var. Bir zamanlar ne menajerlerin, ne şirketlerin ne de siyasi partilerin sponsorluğu altında olan, yani tamamen otonom Latin Amerikalı gruplarla bir kolektif kurmaya çalışıyorduk. Aralarında Şili’den, Kolombiya’dan, Ekvador’dan gruplar ve biz vardık. Bu kolektife “Hip hop, Autónomo, Rebelde” adını vermek istedik ve şarkıyı da buna gönderme olarak yaptık. O kolektif artık mevcut değil ama şarkı o günlerden geriye kaldı.

Albümdeki “Το όνειρο του σκλάβου” (Kölenin Rüyası) gibi parçalar, farklı sanatçılarla kurduğunuz yoldaşlıkları gösteriyor. Bu işbirlikleri sadece müzikal bir arayış mı, yoksa ortak politik duruşların ve mücadele alanlarındaki karşılaşmaların bir sonucu mu?

Kendimize hem politik hem de sanatsal olarak yakın hissettiğimiz sanatçılarla işbirliği yapıyoruz. Hatta aslında önce birbirimizi tanıyor, sonra işbirliği yapıp yapmamaya karar veriyoruz. Yani evet, haklısınız; bunlar sadece müzikal işbirlikleri değil, bunun çok daha ötesine geçiyor. Ama tabii ki müziğin kendisi de önemli.

Albümünüzdeki “Αίμα” (Kan) parçası, dinleyeni doğrudan Filistin’deki soykırımın ortasına bırakıyor gibi. Bu şarkının yazım ve üretim süreci nasıl işledi?

“Aima” şarkısında, kanın temsil edebileceği tüm farklı yönleri -savaşlarda, iş kazalarında, kadın cinayetlerinde vb.- göstermeye çalıştık. Lübnanlı ve Filistinli bir dostumuz olan DeeFlexTwice ise Filistin’deki soykırım gibi son derece ciddi bir konuya odaklandı.

Tüm bu adaletsizliklere, sınırlara ve karanlık tablolara rağmen şarkılarınızda her zaman bir umut ve dayanışma ışığı var. Bu umudu nerede buluyorsunuz? Sizi ayakta tutan nedir?

Eğer bu konuda bir şeyler yapmazsak mahvolacağımız gerçeği! Dolayısıyla bu, bir nevi sahip olduğumuz tek seçenek! Bir ulusun, bir........

© Bianet