Osman Hamdi Bey’in arkeoloji devrimi: Âsâr-ı Atîka Nizamnamesi
Osman Hamdi Bey, yalnızca ressam ve müzeci kimliğiyle değil, aynı zamanda Anadolu’nun binlerce yıllık mirasını koruma altına alan bir kültür öncüsü olarak da tarihe geçti. Âsâr-ı Atîka Nizamnamesi ile eserlerin yağmalanmasına ‘dur’ dedi, Türk müzeciliği ve arkeolojisinin temelini attı
Farklı kimliklerle tanıdığımız Osman Hamdi Bey, 20. yüzyıl Türk sanatına ve arkeolojisine önemli katkıları olan bir isimdir. Ressam, arkeolog ve müzeci unvanlarıyla anmamıza ek olarak kendisi aynı zamanda bir bürokrattır. Paha biçilemeyen resimleriyle sanat dünyasında iz bırakan Osman Hamdi Bey, Türk müzeciliği ve arkeolojisine de çok önemli katkılarda bulunmuştur. Günümüzdeki çağdaş müzecilik anlayışının temellerini atan Osman Hamdi, Anadolu’daki arkeolojik zenginliği görmüş ve bu yolda öncü olmuştur. Bu durum eser yağmasının da önüne geçmiştir.
Bugün, yalnızca Türkiye sınırları içinde değil, dünyanın en görkemli müzelerinden biri olan İstanbul Arkeoloji Müzeleri onun vizyonu ve ileri görüşlülüğüyle ortaya çıkmıştır. Çağdaş müzeciliğin öncüsü olmasının yanı sıra, arkeolojik kazıların organizasyonlarını yapmış ve kazılardan çıkarılan eserlerin muhafazasına dair de önemli çalışmalara imza atmıştır. “Âsâr-ı Atîka Nizamnamesi” (Eski Eserler Kanunu) adı verilen kanunda da Osman Hamdi Bey’in imzası vardır.
1881’de Müze-i Hümâyûn Müdürü Anton Dethier’in ölümünün ardından Osman Hamdi Bey, müze müdürlüğüne atanır. Bu karar Türk müzeciliği ve Türk arkeolojisi için dönüm noktası olur. Vizyoner kişiliğiyle devraldığı Müze-i Hümâyûn’u kısa sürede Avrupa’daki dev müzelerle yarışabilecek bir duruma getirir. Dostları sayesinde, dönemin Osmanlı ekonomisi de düşünülerek oldukça düşük maliyetle yeni bir bina ve ona ek kuzey ve güney kanatları yapılır. Günümüzde görkemli halini gördüğümüz binanın mimarı ise Fransız asıllı Alexandre Vallaury’dir. Müzeyi yaparken Vallaury’nin ücret almadığı da söylenir.
Osman Hamdi, 1881’den ölümüne dek geçen 29 yıllık süre boyunca İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin yöneticiliğini yapmaya devam eder. Osmanlı topraklarının birçok yerinden tarihi eserleri bu müzede toplayarak müzenin koleksiyonunu büyütür.
Osmanlı toprakları içinde kalan pek çok yerde kazılar yapan Osman Hamdi Bey, buralardan çıkan eserleri yoğun uğraşlarla imparatorluğun başkenti İstanbul’a getirir. 1883’te Adıyaman Nemrut’taki kazılar, 1887’de Lübnan Sayda’daki (Sidon) kazılar ve 1891-1892’de Muğla Lagina kazılarını yapar. Çıkan eserleri sergilemek için bir müze gereklidir. İstanbul Arkeoloji Müzeleri de bu şekilde oluşur.
Özellikle Lübnan’ın Sayda kentindeki kazılar dünyada geniş yankı uyandırır. Lahitlerin İstanbul’a getirilmesini sağlar. Arkeolojinin Osmanlı’da bir bilim olarak kabul edilmesi de yine Osman Hamdi Bey’in emekleriyle gerçekleşir. Peki tüm bunlar başarı........
© Aydınlık
