menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Ortadoğu’nun sömürgeleştirilmesi süreci

51 64
26.06.2025

“Modern uygarlığın şiddetsizlik karakteri tam bir yanılsamadır.” Zygmunt Bauman

Batı'nın Ortadoğu’ya yönelik ilk emperyal müdahalesi kutsal yerlerin kurtarılması örtüsüyle başlatılan Haçlı Seferleri oldu. Başta kilise ve feodal beylerin yönlendirdiği bu seferlerde Doğu’nun zenginlikleri yağmalandı. Özellikle Venedik ve Ceneviz kentleri ticaret merkezlerine dönüşürken Avrupa kendi burjuvazisini yaratıyor, böylece Ortadoğu’nun sömürgeleştirilmesinin de yolu açılıyordu.

11. yüzyılda felsefeyi dışlayan, düşünme edimine kapalı, içtihat yaratma yolunu tıkayan akımlar İslam toplumlarında etkili olmaya başlamışlardı. Bu akımın öncüleri arasında Gazali gibi müderrisler bulunuyordu. 12. yüzyılın başında sömürgeleştirme dönemi yaşanırken İslam devlet kurumları çöküyor, zenginleşen iktidar sahipleri din adamları eliyle siyasi iktidarın despotik uygulamalarını ilahi kaynağa bağlayarak meşrulaştırıyor, eşitsizlik ve zulüm üreten bir düzeni yerleştiriyorlardı.

Batı’nın sömürgeleştirme amaçlı yayılımıyla İslam’ın kaynaklarının özgür düşünceye karşı olduğu yorumu çürümeyi hızlandırıyordu. Batı sanayideki gelişmeler sonucu hammaddelere ihtiyaç duyunca doğal kaynaklara sahip Doğu’nun önemi daha da artmaya başlamıştı. Doğu, Batı’nın hem hammadde kaynağına hem de pazarına dönüşürken yoksullaşıyordu.

19. yüzyıla gelindiğinde Ortadoğu, kölelik kurumuyla boyutlanan sömürge sisteminin alanı haline gelmişti. Sömürgeci ülkeler, sömürülen ülkelerin yoksulluğunu ve geri kalmışlığını o ülke halklarının inançlarına bağlayarak sömürüyü doğallaştırdılar. Sistemi meşrulaştırmak için toplumların siyasal, kültürel, ekonomik ve toplumsal birikimlerini yok ettiler. Batı’nın hukuksal, siyasal, ideolojik kurumlarının bu ülkelerde yerleştirilmesi sömürgeci sistemin yerli destekçilerinin güçlenmesini sağlamış oldu.

19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başlarında Ortadoğu’da bir Yahudi Devleti kurmak yönündeki planlar hayata geçirilmeye başlandığında Filistin tam bir Arap ülkesiydi. 1855’de Filistin’de göçmen olarak gelen 10.000 kadar Yahudi yaşıyordu. Ülkenin nüfusunun % 90’dan çoğu Arap olup toprağın da % 90’ı onlara aitti.

Yahudilerin Arap topraklarında devlet kurma amacıyla İngiltere’nin sömürgeci çıkarları tam anlamıyla örtüşmüştü. İngiltere, Hindistan yolunun güvenliği, zengin petrol yataklarının varlığı, Yahudi yerleşimi için seçilen toprakların burada bulunması, Osmanlı İmparatorluğu ve Rusya için bir kuşatma bölgesi yaratılması hedefleri bakımından Ortadoğu’ya büyük önem veriyordu. Bu nedenlerle bölgede var olmak isteyen Fransa’nın hamleleriyle Ortadoğu büyük bir çatışma alanı haline gelmişti.

Birinci Dünya Savaşı’nda İngiltere’nin açık hedefi; Osmanlı İmparatorluğu’nun tamamen yıkılıp Anadolu’da bir ulus-devlet kurulmasının yanısıra Ermenistan, Suriye ve kendi nüfuzu altında küçük Arap devletleri oluşturulmasıydı.

1916 yılında İngiltere adına Mark Sykes, Fransa adına Georges Picot tarafından gizli bir şekilde imzalanan Sykes-Picot Anlaşması, İngiltere, Fransa ve Rusya’nın Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortadoğu coğrafyasındaki toprakları nasıl paylaşılacaklarına ilişkin olarak etki ve kontrol alanlarını tanımlamaktaydı.

Anlaşmaya göre ; Suriye’nin Batısı ile Kuzeyi, Şam ,Halep, Musul Fransa’ya, Irak, Mısır, Filistin ile Arabistan’ın doğusu İngiltere’ye, Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis ile Güneydoğu Anadolu'nun bir kısmı Rusya’ya bırakılacaktı. Ayrıca İskenderun serbest liman olacak, kutsal yerleşim yeri........

© Artı Gerçek