Tanrı’nın Varlığının Ontolojik ve Epistemolojik Kanıtı
Ontoloji ve epistemoloji, felsefenin iki temel dalıdır. Ontoloji, varlığın yapısını ve temel niteliklerini inceleyerek “varlık nedir?” sorusuna odaklanır. Bir varlığın zorunluluğu, birliği ve aşkınlığı gibi kavramlar ontolojinin alanına girer. Tanrı’nın ontolojik analizi, O’nun varoluş biçimini ve mükemmelliğini ele alır. Epistemoloji ise bilgiyi ve doğruluğun nasıl bilinebileceğini araştırır; “bir şeyi nasıl bilir ve doğrularız?” sorusunu sorar. Tanrı’nın epistemolojik analizi ise Tanrı’nın bilinebilirliği, O’na dair doğruların nasıl test edilebileceği, insan aklının ve gözlemin Tanrı’nın varlığına dair delil sağlayıp sağlayamayacağı gibi konuları kapsar.
Teorik Arka Plan
İnsanlık tarihi boyunca Tanrı kavramı, farklı dinler ve felsefi sistemler tarafından çeşitli şekillerde tasavvur edilse de her zaman var olmuştur. Kimi geleneklerde Tanrı, evrenle bir ve aynı (panteist görüşler) kimilerinde evrenin içinde doğup batan, insana benzer varlıklar çokluğu (politeist mitolojiler) şeklinde anlaşılmıştır. Klasik felsefede ise özellikle Eflatun, Aristo, gibi filozoflar ve Orta Çağ’da Yahudi, Hristiyan ve İslam düşünürleri, en yüksek mükemmelliğe sahip bir Tanrı fikrine doğru ilerlemişlerdir. Örneğin Hristiyan düşünürü Anselm’in ontolojik argümanı, Tanrı’yı “kendinden daha mükemmeli düşünülemeyen varlık” olarak tanımlar. Yine İslam filozofu İbn Sina, Tanrı’yı “varlığı zorunlu ola (Vacibü’l-Vücud) olarak tanımlayıp diğer her şeyi “mümkün varlık” kategorisine koyar. Bu yaklaşımlar Tanrı’nın ontolojik statüsünü diğer varlıklardan apayrı ve en üstün mertebede görür.
Öte yandan felsefe tarihinde Tanrı’nın varlığına ilişkin kanıtlamalar birkaç ana başlıkta toplanmıştır. Ontolojik delil, Tanrı kavramının bizzat analizinden hareketle (Tanrı’yı en mükemmel varlık olarak tanımlayıp, bu tanıma varlık özelliğini dahil ederek) Tanrı’nın var olması gerektiğini savunur. Kozmolojik delil, evrenin var oluşuna bakarak bir İlk Sebep veya zorunlu bir yaratıcı olması gerektiğini öne sürer “hiçbir şeyden hiçbir şey çıkmaz, var olan her şeyin bir nedeni vardır, o halde evrenin de bir İlk Neden’i olmalıdır şeklinde özetlenebilir. Teleolojik delil (gayelilik veya düzen delili) evrendeki düzen, karmaşık uyum ve amaçlılık izlerinin rastlantıyla açıklanamayacağını, akıllı bir düzenleyiciye işaret ettiğini iddia eder. Ahlaki delil, insanın vicdanında ve ahlaki değerlerde objektif bir kaynağa ihtiyaç duyulduğunu, mutlak bir iyi-kötü ayrımının ancak aşkın bir yasa koyucu (Tanrı) ile temellendirilebileceğini savunur. Son olarak burada bilinç ve bilgi delili diye adlandırdığımız argüman, insan zihninin bilinç, akıl yürütme ve evrensel doğruları anlama kapasitesinin salt maddi süreçlerle açıklanamayacak kadar “aşkın” olduğunu, bu özelliğin ancak insanın aşkın bir varlıkça (Tanrı tarafından) yaratılmasıyla anlaşılabileceğini öne sürer.
KUR’AN DELİLİ
Kur’an, 7. yüzyılda vahyedilmiş bir kutsal metin olarak elbette felsefi argümanları sistematik olarak listeler biçimde sunmaz. Ancak Kur’an’ın muhataplarına hitap tarzına baktığımızda, yukarıda sayılan pek çok argümanın izlerini ve özünü görürüz. Kur’an hem Arabistan’daki putperest inançlara hem de ehli kitap içindeki bazı yanlış inanışlara karşı sıkı bir tevhid vurgusu yapar, Allah’ın eşi-benzeri olamayacağını, asla yaratılmışlara benzemediğini çeşitli vesilelerle belirtir. Bu yönüyle Kur’an’ın Tanrı tasavvuru, felsefi bakımdan en tutarlı ve mükemmel monoteizm örneğidir: Allah tektir, ezelî ve ebedîdir, mutlak güç ve kudret Sahibidir, her şeyi bilir, her şeye gücü yeter, hiçbir şeye muhtaç değildir ama her şey O’na muhtaçtır, adildir, merhametlidir ve aşkındır. Kur’an’ın Tanrı’ya atfettiği bu nitelikler, felsefede ideal bir Tanrı kavramında bulunması gereken tüm özellikleri eksiksiz karşılar. Nitekim bazı İslam Alimleri, Kur’an’daki ilah anlayışını “tenzih” (Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih etme) ve “tevhid”in (Allah’ı birleme) zirvesi olarak tanımlamışlardır.
Kur’an, aynı zamanda, Allah’ın varlığını insanlara kanıtlarken sadece otorite beyanı veya körü körüne inanç telkin etmez aksine aklı kullanmaya, evreni ve kendi nefsimizi gözlemeye davet eder. “Düşünen bir topluluk için ayetler vardır” vurgusu, Kur’an’ın birçok yerinde geçer. “Ayet” kelimesi, hem Kur’an’ın cümleleri için kullanılır, hem de tabiatta Allah’ın varlığını gösteren belgeler anlamına gelir. Bu kavram bile tek başına Kur’an’ın epistemolojik yaklaşımını ortaya koyar. Doğa, Allah’ın varlığını “okuyabileceğimiz” bir ayetler mecmuasıdır. Bu yönüyle Kur’an, bir tür “doğal teoloji” de içerir; insana çevresine ibretle bakmasını, “aklını kullanmasını” öğütler ve sonunda “Gerçekten de bunda aklını çalıştıran bir topluluk için deliller vardır” diyerek muhakemeye dayalı imana çağırır. Bu genel arka planın ardından Kur’an’daki Tanrı anlayışını daha sistematik bir biçimde analiz edersek;
Kur’an’da Tanrı’nın Ontolojik Boyutu
Ontolojik açıdan Kur’an, Tanrı’nın varlığını zorunlu, biricik ve aşkın olarak sunar. Bu ifadeyi açmak gerekirse: Kur’an’a göre Allah; Vacibü’l-Vücud yani varlığı kendinden ve zorunlu olan tek varlıktır; O’ndan başka tüm varlıklar; mümkinü’l vücud yani var olmak için O’na muhtaçtır. Kur’an’ın en temel tevhid suresi olan İhlas Suresi, bu ontolojik gerçeği çarpıcı bir özlükle ifade eder: “De ki: O Allah birdir” “Allah, her şeyin kendisine muhtaç olduğu (Samed) varlıktır” “(O), doğurmamıştır ve doğurulmamıştır” “Hiçbir şey O’na denk ve benzer değildir” . Bu dört cümlenin her biri, Allah’ın ontolojik statüsünü ortaya koyar; Allah birdir (tek ilah vardır, bölünmez bir mutlak bütünlüktür) Samed’dir (her şey O’na muhtaçtır, O ise hiçbir şeye muhtaç değildir); ezelidir ve ebedidir (ne bir başlangıcı vardır ne de O’ndan başka bir varlığa hayat verirken “çoğalma” gibi biyolojik bir süreç söz konusudur, doğmamış ve doğurmamıştır); ve (hiçbir şey O’nun dengi olamaz, O hiçbir kategoriye sokulamaz)
Bu ifadeler, felsefede Tanrı’ya atfedilen mükemmellik sıfatlarının tamamını içerir. Bir filozofun dilinde “Allah birdir, eşi benzeri yoktur” demek, zorunlu varlık tektir, iki zorunlu varlık olamaz demektir; çünkü eğer mutlak mükemmellikte iki varlık olsaydı, birbirinden farkları olmaz, aslında tek bir varlık olmuş olurlardı veya biri diğerinden bir eksiğe yahut üstünlüğe sahip olmak zorunda kalırdı ki bu da ikisinden birinin en üstün olmaması demektir. Nitekim Kur’an, “iki tanrı olsa evrenin düzeninin bozulacağı” argümanını Enbiya Suresi 21/22’de harika biçimde sunar: “Göklerde ve yerde Allah’tan başka ilahlar olsaydı, ikisinin de düzeni bozulurdu.” Bu ayet, Burhan-ı Temanu adıyla bilinen klasik felsefi argümana işaret eder: Evrende birden fazla mutlak irade olsaydı, uyum ve düzen olmaz, çatışma olurdu; oysa kâinattaki nizam bir tek hakimin varlığına delalet eder. Ayetin devamı “Arş’ın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan uzaktır” diyerek Allah’ın mutlak hakimiyetini ve ortak kabul etmezliğini vurgular
Kur’an’da Allah’ın ezelî ve ebedî oluşu da çeşitli vesilelerle vurgulanmıştır. Örneğin Hadid Suresi 57/3: “O, evveldir (İlk’tir) ve ahirdir (Son’dur), zâhirdir (aşikar olan) ve bâtındır (gizli olan); O, her şeyi bilendir.” Bu ilahi isimler, Allah’ın zaman ve mekan üstü olduğunu bildirir. Allah Evvel’dir, yani başlangıcı yoktur, yaratılmamıştır. Ahir’dir, yani sonu da yoktur, ölümlü değildir. Zâhir’dir, yani varlığı apaçıktır aslında varoluşun ta kendisidir, bu yüzden Allah’ın varlığı, akıl sahibi için aşikardır (çünkü O’nun yarattığı sayısız eser, O’nu gösteren ayetlerdir). Allah Bâtın’dır, yani mahiyeti insan idrakinin ötesindedir ; hiçbir zihin O’nu tam manasıyla kavrayamaz. Bu yönüyle Kur’an, Allah’ın hem aşkın hem de bir anlamda her şeyden aşikâr “zahir”; varlığı her şeyi kaplar, hükmü her yerde geçer olduğunu bildirmektedir. Bu ifadeler, Allah’ın zaman ve mekân kayıtlarına tabi olmadığını, dolayısıyla yaratılmış hiçbir varlığa benzemediğini gösterir.
Ontolojik açıdan en kritik kavramlardan biri de zorunlu varlık kavramıdır. Felsefede denir ki, eğer hiçbir şey zorunlu varlık olmasaydı, şu anda hiçbir şey var olamazdı. Çünkü var olan her bir şey, var olmak için başka bir sebebe ihtiyaç duyuyorsa (yani mümkün varlıksa), sebepler zincirinin nihayetinde bir ilk sebebe dayanması gerekir. Kur’an, Allah’ı “her şeyin kendisine muhtaç olduğu, ama kendisinin hiçbir şeye muhtaç olmadığı” şeklinde tanımlar ki bu tam da zorunlu varlık tanımıdır “Allahus-Samed” ifadesi, Samed ismi, ontolojik olarak Allah’ın mutlak tek kaynağımız olduğunu belirtir. Yine Bakara Suresi 2/255 te Allah’ın Kayyum olduğunu söyler: “Allah, O’ndan başka hiçbir ilah yoktur, Hayy (daima diri) ve Kayyum (yarattığı her şeyi ayakta tutan, varlığını sürdürtendir). Onu ne uyuklama tutar ne uyku. Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur…” diye başlayıp Allah’ın kudret ve ilmine dair detaylar verir. Burada “Kayyum” tabiri, Allah’ın kainatın varoluşunu her an var kılan dayanak olduğunu ifade eder, bütün varlık, varlığını O’ndan alır ve O’nunla sürdürür. Bu da Allah’tan başka her şeyin ontolojik olarak bağımlı olduğunu, yalnız Allah’ın bağımsız ve zatî olduğunu anlatır.
Kur’an ayrıca Allah’ın yaratıcı sıfatını da O’nun varlığının bir parçası olarak sunar. Yani Allah sadece zorunlu bir varlık olmakla kalmaz, aynı zamanda başkalarına varlık bahşeden, Yaratıcı olandır. Tüm varlık alemi O’nun eseridir. Kur’an’ın ilk ayetlerinden biri “Elhamdülillahi Rabbil alemin” (Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur) ifadesidir ki “Rabbül alemin” demek, bütün evrenin Rabbi;yaratıcısı demektir. Dolayısıyla Allah’ın bir sıfatı da Halık (Yaratıcı) oluşudur. Bu yaratıcı güçte de O’na hiçbir ortak yoktur. Örneğin Allah, müşriklerin put inancını çürütmek için sıkça “Allah’tan başka ilah yoktur, O diriltir ve öldürür” şeklinde vurgular yapar. Hadid 57/2’de “Göklerin ve yerin mülkü O’na aittir, diriltir ve........© Adil Medya





















Toi Staff
Gideon Levy
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein