Türkiye’de enflasyon dinamikleri: Geniş bir program şart
Düşük katma değerli üretimle, başta finans olmak üzere hizmetlere dayalı üretken olmayan sermayenin yarattığı artık değer nasıl bir arada var olabilir? Bu diyalektik uzun süre mümkün müdür?
Türkiye ekonomisi açısından bu sorulara yanıt vermek zor değil.
İlk olarak düşük katma değer ancak enflasyon ve eşitsizlikle yüksek artık değer yaratabilir. Bu artık değerin ne kadarının “Merkez” ülkeler tarafından çekildiği, ne kadarının içerde rant yarattığı, toplumdaki mevcut tarihsel koşullar ve hukuki ve demokratik ilişkiler tarafından belirlenebilir.
Bu tespitimizi bir dönemsel örnekle açalım.
1929 Büyük Dünya Buhranı başladığında, Türkiye hem Osmanlı’dan kalan borcun ilk taksidini ödemeye (Lozan hükümleri gereği) hem de tarımda yüzde 60 civarı düşen ihracat fiyatlarıyla boğuşmaya başlamıştı. Düşünün, dünya bunalımı ve iki felaket sorun daha. Üstesinden gelene kadar, 1932 yılındaki yüzde 10,6’lık düşüşe rağmen, 1933-1942 arası ortalama büyüme yüzde 5 gerçekleşmiş. Hem de bu büyümeyi yüzde 5’i bile bulmayan bir enflasyonla gerçekleştirmiş. Bunu 1933’de Sovyet planlamacıların yardımıyla hazırlanan sanayi planıyla yaptık. Dokuma, gıda, deri, kağıt, kimya, çimento, cam ve kireç gibi........





















Toi Staff
Tarik Cyril Amar
Gideon Levy
Stefano Lusa
Mort Laitner
Sabine Sterk
Robert Sarner
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d