menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Akademik karnesi zayıf olan üniversite rektörlerinin temsil sorunu

20 1
09.06.2025

Akademik karnesi zayıf üniversite rektörleri kurumsal temsil ve akademik liderlik sorunlarına yol açıyor. Ölçü sadece makale sayısı olamaz. (Foto: İstanbul Valiliği)

Türkiye’de akademi ve üniversite kavramları gündeme geldiğinde, aklımıza gelen ilk şey genellikle bilimsel üretim oluyor. Üretim dediğimizde ise durum hemen sayılara hapsoluyor: Kaç araştırma makalesi, kaç tez, kaç proje, indekslerdeki sıralama, üniversitelerin dünya listelerindeki yeri gibi…
Elbette, değerlendirme için istatistiklere bakılır. Ama bir üniversiteyi sadece sayılarla ölçebilir miyiz? Peki ya nitelik? Temsil?

Bugün akademide, tam anlamıyla bir değersizleştirme döneminden geçiyoruz. Niteliğin, niceliğe karşı adeta varoluş savaşı verdiği bir zamandayız. Hal böyle olunca sap ile saman birbirine karışıyor. Akademik nitelikten bahsedilince son dönemin en çok konuşulan metriklerinden biri de kuşkusuz “h-indeksi”. Pek çok akademisyen için gurur kaynağı, bazıları için utanç vesilesi, kimileri içinse nötr ve tartışmalı bir gösterge.
Ancak mesele yalnızca akademik nitelik ya da metriklerden ibaret değil; bu niteliklerin üniversitenin kamusal temsiline nasıl yansıdığı da kritik bir soru haline geliyor. Dahası, şu temel soruyu da düşünmek gerekiyor: Bu ölçütler, üniversiteyi yöneten ve temsil eden kadroların niteliklerini ne ölçüde yansıtıyor?

Peki gerçekten nedir bu h-indeksi?

2005 yılında Jorge E. Hirsch tarafından geliştirilen h-indeksi (1), bir araştırmacının hem üretkenliğini hem de yayınlarının etkisini (atıf sayısını) birlikte ölçmeyi amaçlayan bir metriktir.
Bugün akademik dünyada oldukça yaygın biçimde kullanılan bu gösterge, bazı önemli avantajlara sahiptir: Objektif ve ölçülebilir veri sunar; bilimsel üretimin devamlılığını ve görünürlüğünü gösterir, kurumsal ya da bireysel düzeyde karşılaştırma imkânı sağlar.
Ancak sınırlılıkları da azımsanacak gibi değildir: disiplinlerarası farklılıkları göz ardı eder (örneğin doğa bilimleri ve beşeri bilimlerde yayın ve atıf pratikleri farklıdır); atıf şişirme, yayın kartelleşmesi ve yazar enflasyonu gibi manipülasyonlara açıktır; kısa vadeli popüler konulara odaklanma riskini artırabilir. Dahası, araştırma etiği, bilimsel derinlik, özgünlük, öğretim yetkinliği gibi nitel boyutları yansıtmaz. Liderlik, temsil ve etik duruş gibi üniversite yöneticiliği için kritik olan başka nitelikleri ise hiç ölçmez.
Bu noktada Leiden Manifestosu (2) ve DORA (3) gibi uluslararası inisiyatifler çok önemli uyarıları dile getirir.
Leiden Manifestosu açıkça belirtir: “Araştırma değerlendirmesinde metrikler destekleyici olabilir, ancak karar alma süreçlerinde baskın unsur haline getirilmemelidir.”
DORA ise şunu vurgular: “Dergi etki faktörü ve benzeri atıf temelli göstergeler, bireysel araştırmacıların veya yöneticilerin liyakatini ölçmek için kullanılmamalıdır.”

Görülüyor ki, h-indeksi bir şeyi söyler ama her şeyi söylemez. h-indeksi, bilimsel etkiyi ölçmek için tek tip bir bakış açısı dayatır. Genç bilim insanları, alanlar arası farklılıklar ve hatta tek bir çığır açıcı çalışmanın etkisi bu metrikte yeterince karşılık bulmaz. Nitelik ile niceliği birbirine karıştırma ve akademik öncelikleri saptırma riski taşır. Ancak yine de tüm kusurlarına rağmen, basitliği ve şeffaflığı sayesinde hâlâ yaygın biçimde kullanılmaktadır. Sorun, bu göstergenin asıl zayıf olduğu yerlerde —yani ortalama veya düşük h-indekslerde— çok şey söylemediğinin göz ardı edilmesidir.
Bu nedenle, özellikle üniversite yöneticiliği gibi yalnızca akademik performans değil, aynı zamanda temsil ve etik sorumluluk gerektiren rollerde, bu göstergenin sınırları daha da belirginleşir.
Bu da bizi şu önemli gerçeğe getirir: Akademik özgürlük, etik liderlik ve belleğe dayalı sağlam bir kurumsal kültür inşası gibi unsurlar, hiçbir zaman yalnızca nicel ölçütlerle —örneğin h-indeksi gibi göstergelerle— tam anlamıyla kavranamaz.
Ama öte yandan, akademik geçmişi ve üretim kültürü olmayan bir yönetici ya da akademik liderin, yüksek öğrenimde üniversitenin düşünsel ve etik atmosferini zayıflatma riski son derece büyüktür.

Bu noktada Research Assessment in the Humanities (4) (Ochsner, Hug & Daniel, 2016) çalışmasında dile getirilen şu uyarı hatırlanmaya değerdir: “Doğa ve yaşam bilimlerinde yaygın........

© yetkinreport.com