Ezelden Ebede
Uzun mu uzun susuşlar öncesiydi. Sözler sözcüklere dönüşmemişti daha. Mana kendince bir şekle bürünmemişti henüz. Hakikat parçalara ayrılmamıştı ve aynalarda suretler belirmemişti. Ki suretlerin yansıyacağı ayna da yoktu, aynanın yansıtacağı suretler de. Ağaçların fidan, serçelerin yumurta, ırmakların göze olduğu zamanlardı. Zaman vakitlere bölünmemiş, anlara ayrılmamıştı. Bulutlar, gizleyeceği güneşten, güneş, saklanacağı bulutlardan habersizken. Ne yakamoz nedir bilinirken ne mehtap tedavüldeyken ne de ay dünyadan haberdarken.
Işık bir prizmadan geçip de renkleri oluşturmamışken ve dünya, mavi bir gezegen olarak uzayda dönüp durmuyorken. Uzayın, samanyolunun, galaksilerin tozları 'kün fe yekün' mesafesindeyken.
Bir elmanın başımıza açacağı muhtemel tatlı belalar daha ortalıkta yokken! İlim sonsuzluk denizinde nokta bile değilken. Kader kalemlerinin cızırtıları kulaklarımızda çınlamaya başlamamışken. Aşinalığımız ezelden, ebede vurgunluğumuz kalbimizdeki hazinenin sahibindenken.
Günler geceler ayrı değilken. Uzaklar yakın, yakınlar uzak olmamışken. “Bakışı, bakışa ekleyerek bakmayın.” lafzı henüz daha buyrulmamışken; “bakışı bakışa........
© Yeşilgiresun
