Paris’te bir yasak karşılaşma: Ne ben onu sattım, ne o beni!
Üniversite yıllarımda, derslerine severek devam ettiğim hocalarımdan bir rahmetli Mehmet Kaplan Hoca idi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji bölüm koridorundaki odasına epeyce girip çıkmışlığım olmuştur. Bazı yazılarımda bunlardan bahsetmiştim. Bugün kendisinden aramızda geçenlerden yola çıkarak değil, onun yaşadığı bir olayı anlatmaya çalışarak geç de olsa doğum gününe atfen bir şeyler yazmış sayacağım kendimi. Çünkü Kaplan Hoca ve onun çapında Türk ilim ve fikir tarihine büyük hizmetlerde bulunmuş şahsiyetleri anmak, anlatmak, fikirlerini yani nesillere tanıtmak yolu, demode sayılmaya, hatta bazı ukalalar tarafından “mezar vakanüvisliği” addedilmeye başlandı. Ne yazık!
Tabii bir de geçen hafta TV dizilerine yergiler düzerken adı geçen Cevat Şakir’den dolayı söz ettiğim “Mavi Anadoluculuk” bahsi de var. Bu yazı boyunca Anadoluculuk ve bu fikir akımının tarihi ile Prof. Dr. Mehmet Kaplan Hoca’nın cereyandaki yeri gibi uzun satırlar sürecek bilgiler aktarmayacağım. Ancak şu kadarı var ki, Mehmet Kaplan, Mümtaz Turhan Hoca ile bu akımın önemli şahsiyetlerindendi.
O yazımda fikir ve sanat insanlarımızın hayatını senaryolaştırıp görsel hafızaya kazandırmaktan bahsetmiştim ya! İşte o tür bir senaryoya malzeme olabilecek ilginç hatıralardan biri bizzat Atillâ İlhan’dan dinlediklerimdir. Yıl 2003. Gazeteci arkadaşım Mehmet Göze aradı. “Ağabey yarın Attila İlhan ile Gezi Pastanesi’nde buluşup röportaj yapacağım, sen de gelmek ister misin?” diye sordu. Merhum Kemal Ilıcak’ın oğlu Mehmet Ali Ilıcak’ın çıkarttığı Dünden Bugüne Tercüman gazetesinin........
© Yeniçağ
