Ağustos sıkıntısı
İstanbul’dan uzak, diğer bilgisayarıma erişemeyeceğim bir yerdeyim yine. He zaman uzunca seyahatlerimde yanıma iki ‘güngörmüş’ bilgisayarımı alır giderim. Çünkü hizmet sektörü bilhassa elektronik ve otomotivde merkezden taşraya doğru verimsiz hale gelir. Aracınızın basit bakımını yaptırabilirsiniz ama özellikli bir arıza çıktığında sizi mutlaka en yakındaki merkeze yollarlar. Bunun gibi bilgisayar kablosu arızası ve benzeri sıkıntıları taşrada çözebilirken biraz daha ilerisi için merkeze yönlendirilirsiniz.
Geçen haftaki yazımı tamamlayıp iletip birkaç saniye sonra ekranda pilimin kritik seviyede olduğu uyarısı geldi. Oysa dolum cihazı takılıydı. Kontrol ettim doldurmuyordu. Kendi kendime diğer bilgisayarımı getirmediğim için bir hayli söylendim, “Ya yazıyı göndermeden pil bitse, cihaz kapansaydı, ne olacaktı?” Elbette koşturmaca başlayacak ve illaki yazı baskıya yetiştirilecekti ama benim gibi yedekli cihazlarla çalışmayı huy edinmiş biri için bu durum ruhi bir huzursuzluğa sebep olacaktı. Nitekim oldu da!
Kendimi çok ödüllü yönetmenlerin, “kasaba kapanı”na sıkışmış buldum: kır kökenli ama şehir görmüş enteller gibi hissetmeye başladım. Balkonda ‘minmalist’ hareketle ayağa kalktım. Uzaktan görünen denize uzun uzun baktım, bu mevsimde sabah veya akşam dalgalı olan suda bir tek titreme işareti yoktu. İçinde bulunduğum ruh halimin aksine zihnimden geçen “Denize girmek lazım,” çıkıntı o fikri hemen kovup rolüme döndüm. Pencereden görünen gardırop aynasına yan gözle bakmaya başladım. Aynadan epey uzak olmama rağmen evet, tam olarak istediği görüntü buydu:........
© Yeniçağ
