menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yeni moment: Militarizasyon süreci ve yeni emek rejimi

18 0
21.01.2025

Türkiye kapitalizmi ikinci kuşak bir kapitalist ülke olarak, uluslararası işbölümünde yer alıyor. İkinci kuşak tanımlaması metropollerin dışındaki ilk halkayı ifade ediyor. Ve özellikle kapitalist gelişmişlik düzeyi, küresel ekonomideki yerleri ve entegrasyon boyutlarıyla öne çıkan ülkeleri kapsıyor. Ayrıca ikinci kuşak kapitalist ülke tanımını neo-liberal politikaları hızla ve radikal bir şekilde hayata geçiren ve hızlı proleterleşme sürecinin yaşandığı ve proletaryanın toplumsal maddi bir güç olarak şekillendiği ülkeleri anlatmak için vurguluyoruz. Yani Türkiye; içinde Arjantin, Brezilya, Güney Kore ve Güney Afrika gibi kapitalist ülkelerin bulunduğu, kapitalist gelişmişlik düzeyi olarak (bazı özgünlük ve kapasite farklılıklarına rağmen) benzer karakterler gösteren, dünya ekonomisinde aynı sıralarda ve kuşakta yer alan bir ülke. Yakın dönemde uluslararası finans kapitalin sözcüsü olan kurum ve yayınların ifade ettiği kırılgan 5’li ya da kırılgan 8’li ülkeler içinde Türkiye’nin de bulunması, aslında bir kapitalist kuşağa ilişkin gönderme ve iktisadi yorum olarak kabul edilebilir.

Türkiye kapitalizmi, geç ve bağımlı kapitalist gelişme karakterinden dolayı bazı yapısal sorunlara sahip. Sosyalist hareket bu konuda farklı kavramlaştırmalar ileri sürse de Türkiye kapitalizmi, sermaye birikim sorununu tarihsel ve yapısal olarak yaşıyor. Dış kaynağa bağımlılığı bir anlamda narkotik bir bağımlılığı ifade ediyor. Türkiye ekonomisi bu karakterine bağlı olarak dış kaynak ya da sıcak para geldiğinde büyüme gösterirken, tabii ki bu büyüme sanal bir büyüme olarak biçimleniyor, kaynakta bir kısıt yaşandığında ya da küresel finans hareketlerinde farklı dalgalanmalar görüldüğünde ekonomi hızla krize sürükleniyor.

Yeni hamleler

Türkiye kapitalizminin özellikle son 25 yılı bir yeniden yapılanma dönemi olarak ele alınabilir. Biraz daha tarihi geriye çekersek 1980’li yılları baz alabiliriz. Neo- liberal politikaların en radikal ve en rijit bir biçimde hayata geçirildiği bu süreç; emeğin ve doğanın stratejik bir sömürgeleştirilme süreci olarak yaşandı, yaşanıyor.

Finans kapital ve yeni sermaye fraksiyonları son derece agresif biçimde stratejik hamleler yapıyor. Yeni devlet sermaye birikiminin istikrarı ve güvenliğinin sağlanması ve artı- değer sömürüsünün ve değer transferinin gerçekleşmesi için bir dizi radikal düzenlemelere girişiyor, gerektiğinde formel ve informel şiddeti devreye sokuyor.

Özellikle pandemi süreci ve sonrası gelişmeler bu eğilimi daha da şiddetlendiren sonuçlar yarattı. Pandemi, küresel düzeyde Çin’in tedarik zincirinde oynadığı rolü zayıflattı. Ayrıca küresel jeo-politik gerilimler ve ABD’nin Çin’i kuşatma stratejisi ve örtük gerçekleştirdiği ticaret savaşları küresel tedarik zincirinde ciddi boşluklara neden oldu.

Bu konjonktürün açtığı zeminde aktif biçimde rol almaya çalışan Türkiye kapitalizmi, kökleri 1990’ların ortalarına dayanan çabalarıyla ve özellikle son 10-15 yıllık kesitte tedarik merkezi olma yönünde büyük sıçramalar kaydetti.

AKP, finans kapitalin en militan partisi olarak işlev gördü. Hayırsever kapitalizm uygulamalarıyla yüksek bir rıza mekanizması yarattı ve sermayeye olağanüstü olanaklar sundu. Özelleştirme dalgası son derece şiddetli olarak bu dönemde hayata geçirildi. Finans kapitale büyük değer transferleri yapıldı. MÜSİAD’ta biçimlenen ve hızla yeni sermaye fraksiyonu olarak gelişen eğilimin yanında, finans kapitalin tarihindeki en büyük karlarını bu dönemde yaşaması şaşırtıcı değildir, yukarıdaki tanımlamamıza uygun bir gelişmedir.

Küresel ekonomiyle entegrasyon düzeyini ve uluslararası işbölümündeki rolünü daha derinleştiren Türkiye kapitalizmi, stratejik yönelimlerle küresel fabrikanın önemli atölyelerinden biri olmaya çalışıyor.

Küresel lojistik, tedarik, hizmet ve üretim odağı/merkezi olarak konumlanmak istiyor. Bu süreç bir anlamda Avrupa’nın Bangladeş’i olma sürecidir. Hatta bu yönelimi stratejik bir yönelim olarak da değerlendirebiliriz.

Bölgesel pazarlar

Bu yönelimin somut yansımalarını 400’e yakın organize sanayi bölgesinin kurulması, 40’a yakın özel bölgenin ve yine 40’ın üstünde serbest ticaret bölgesinin faaliyet yürütmesinde görebiliriz. Ve bir dizi benzer bölgelerin inşası gündemdedir.

6 milyon işçinin çalıştığı bu alanların yanı sıra Türkiye’nin her coğrafyası yeni hizmet ve üretim alanına çevrilmiş, büyük üretim merkezlerinden yeni hizmet alanlarına kadar faaliyet yürüten çok yönlü küresel bir atölye ya da imalathane konuma gelmiştir. Tarım içinde benzer şeyleri söyleyebiliriz. Uluslararası tarım tekellerinin kontrolünde olan kıymetli topraklar aynı zamanda (en azından bazıları Maraş’ta olduğu gibi) yeni organize sanayi bölgelerin inşa alanına dönüştürülmüştür. Bu süreç bir nevi modern çitleme şeklinde yürütülmektedir.

Yani Anadolu ve Mezopotamya toprakları şiddetli ve hızlı bir mülksüzleşme ve proleterleşme süreci içindedir. Son çeyrek asrı Türkiye Cumhuriyeti (TC) tarihinin en yoğun ve en radikal proleterleşme dönemi olarak ele alabiliriz. Zaten rakamlarda söylediklerimizi doğrulamaktadır. Resmi olarak 16 milyona yakın ücretli çalışanın yanında 6,7 milyon arasında kayıt dışı çalışan ve göçmen işçi bulunmaktadır ve geniş tanımla işsizleri de dahil ettiğimizde 35 milyona yakın bir proletarya kitlesiyle karşı karşıyayız. Bu olağanüstü kitle ucuz ve örgütsüz işgücü ve olağanüstü rezevr işgücüyle uluslararası tekellerin ve finans kapitalin hizmetine sunulmaktadır.

Bu gelişmelerin yanında TC, emperyalizmin av sahasına dönüşen Ortadoğu’da yeni düzenin inşasında bir bölgesel güç ya da alt emperyalist bir güç olma yönünde hamleler yapmaktadır. Ve yönde önemli inisiyatif alanları yarattığı da bir gerçektir. Filistin ve Lübnan’daki gelişmelerin yanında Suriye’de Baas rejimin yıkılışı/çöküşü Ortadoğu’da yeni tarihsel moment olarak ele alınabilir. (İki kutuplu dünya konjonktüründe küçük burjuva Arap milliyetçiliğini simgeleyen Baas hareketinin, bir dönem Arap halkları üstünde ciddi bir ağırlığı vardı. Suriye Baas rejiminin yıkılışı bu tarihsel parantezin kapanması anlamı da geliyor). 13 yıllık iç savaş sonrasında Suriye olmayan bir devlete ya da destabilize, parçalanmış bir coğrafyaya ve gerçek manada av sahasına dönüşmüş bir alandır. İç savaş sürecindeki büyük yıkımın ardından her düzeyde inşa ihtiyacı, geniş ve her şeye muhtaç bir coğrafya/pazar olması finans kapitalin iştahını kabartmaktadır. Suriye’nin bundan sonra sürekli iç savaş coğrafyasına dönüşmesi söylediklerimizi değiştirmez. Aktüel olarak siyasi iktidarın organik sermeye grubu olarak bilinen inşaat şirketlerinin bugünden başlayan çabaları bu arzuyu ifade etmektedir. Kapitalist devlet bu noktada askeri, diplomatik ve tehdit gücü olarak bir ön düzenleyici gibi hareket etmektedir.

Militaristleşmenin sonuçları

Eğer yukarıdaki tespitleri yapıyorsanız, bu gelişmelerin bazı somut yansımalarının olacağı da bilinmelidir. En başta Türkiye’nin agresyon politikalarıyla hızlı bir militaristleşme sürecine girmesi ve sürekli savaş coğrafyasına dönüşen Ortadoğu’nun büyük paylaşımında rol alması, bir savaş rejiminin önünü açacağı ve savaş ekonomisini derinleştireceği ortadadır. Öte yandan Türkiye’nin küresel tedarik zincirinde bir odak coğrafya olma girişimi bu süreçle ortak işleyen gelişmelerdir.

Çok vektörlü, gerilimli hatta Kürt sorunun yeni boyutlar kazanma ihtimalinin yüksek olduğu bu süreçte paradigma kırılmaları yaşanabilir. Finans kapital ve kapitalist devletin bu tarihsel momentumda çok somut bir ihtiyacı olacaktır. İşçi sınıfının her düzeyde kontrol edilmesi, sistematik örgütsel yıkımı ve enkazlaştırılması hedeflenecektir. Ayrıca kimlik ve kültür politikaların derinleştirilmesi, emperyal arzunun kitlerin arzusuyla kaynaştırılması ve yeni rıza mekanizmalarının devreye sokulması da kaçınılmazdır. Deleuze ve Guattari’nin ifadesiyle Kapitalist makina arzu üretir. Özellikle teyakkuz hali ve savaş atmosferi kitleleri iktidarla bütünleştiren ve onun........

© Yeni Yaşam