Ontolojik, sayısal ve politik ufuklar üzerine bir deneme
Toplumlar tarihi boyunca doğayı zihinlerimizdeki tasarımlar yoluyla tanırız. Bu tasarımlar gözlem, deneyim ve düşünsel sezgiyle inşa edilir. O halde insan doğanın pasif bir yansıtıcısı değil anlamın aktif bir kurucusudur
Sinan Cudi
“Doğanın diyalektiği her şeyden önce bir varlık gerektirir. Varlıktan bağımsız bir anlamdan söz edilemez.”
Önder Abdullah Öcalan’ın bu sözleri, hem felsefi hem de politik hem de tarihi boyutuyla derin bir tartışmanın ana eksenidir. Varlık ve anlam arasındaki bu kopmaz bağ, hem ontolojik sorunsalın çekirdeğini oluşturur hem de zihniyet devrimi olarak tanımlanan paradigmatik dönüşümü anlamlandırmak için bir başlangıç noktası sunar.
Toplumlar tarihi boyunca doğayı zihinlerimizdeki tasarımlar yoluyla tanırız. Bu tasarımlar gözlem, deneyim ve düşünsel sezgiyle inşa edilir. O halde insan doğanın pasif bir yansıtıcısı değil anlamın aktif bir kurucusudur.
Ancak şu soruyla karşı karşıyayız: Anlam, bireysel bir öznede “yoğunlaşabilir mi?” Ya da evrenin bütün anlamı bir “ben”de, tek bir tinde, tekil bir geist’ta toplanabilir mi? Öcalan, bu noktada şüpheyle yaklaşır. Nirvana, Fenafillah, Enel Hak gibi kavramların ortaklaştığı yerin bu “ben” fikri olduğunu, ancak bu “ben”in mutlaklaştırılamayacağını ifade eder.
Burada sayısal düşünme ile ontolojik düşünme arasındaki çatlağa geliriz. Gini katsayısı gibi matematiksel kavramlar, dünyayı ölçülebilir terimlerle anlamaya çalışır. “0” ile “1” arasındaki bu düzlemde mutlak eşitlik de mutlak eşitsizlik de birer sınır değer olarak kalır. Yani varlıkları teoriktir ama yaşamda karşılıkları yoktur. Aynı mantıkla “mutlak anlam” veya “mutlak anlamsızlık” da birer soyutlamadır. Yani düşünülebilir ama yaşanamaz.
Zihinsel düzenin mutlaklık........
© Yeni Yaşam
