Kandil’in bıraktığı boşluk!
Mekan Kürdistan, farklı etnik kökenli başka halklar olsa da büyük çoğunlukla Kürtlerin yaşadığı bir coğrafi bölge. Kürtlerin ortak yaşam alanına dönüşmesi emperyalizm tarafından bilinçlice 4 parçaya bölünerek engellenmiş özgün bir bölge.
Biraz geriye gidelim ve çözülen Osmanlı’yı yağmalamayı planlayan emperyalizmin siyasal görevlileri Sykes ve Pikot tarafından Londra ve Paris’le bağlantı içinde (Rusya ve İtalya’nın da onayı alınarak) masa başında çizilen sınırlarla bilinçlice birbirinden koparılıp 4’e ayrılan Kürt toplumsallığının 1916 yılında imzalanan antlaşmadan hemen sonraki haline bakalım.
Bölünüp parça parça bağlandıkları 4 ulus devlet tarafından iç-sömürge olarak görülen, zenginlikleri adeta yağmalanırken halkı kapitalizm öncesi ilişkilerin içinden çıkıp gelen Kürt egemenleriyle işbirliği yapılarak kontrolde tutulan, eğitimsiz ve yoksul ama aynı zamanda henüz kapitalizmin pazar ilişkileri tarafından tam olarak içerilemediği için tarihten kalma komünal ilişkileri kendi toplumsal var oluşunun ana damarlarından biri olarak hala taşıyan özgün bir toplumsallık!
Zaman yerinde durmaz, iniş çıkışlarıyla, hızlanıp yavaşlamalarıyla, doğrusallıkları ve sürprizleriyle, boşlukları ve yoğunluklarıyla..vd. binbir farklı zamanı da içererek genel bir zaman olarak akar, Kürdistan’da da aktı elbette.
Şimdi geldiğimiz andan Sykes-Pikot’un imzalandığı zamana bakarsak; dayatılan o yapay-uyduruk sınırlar öncesinde binlerce yıl ortak yaşayan Kürt halkını pek de ayıramadı; her zaman sınırları aşmanın bir biçimi bulundu, arkasındaki binlerce yılı da içine alarak ortak bir Kürt halk varlığı zayıflayarak da olsa hep var oldu.
Sürdü, çünkü arkasında binlerce yıldır sürüp gelen ortak bir tarihsellik vardı; zayıfladı, çünkü bağlı olunan ulus devletlerde kapitalizm geliştikçe ulus pazarlar odaklı yeni bir siyasal ve toplumsal yaşam inşa oldu ve elbette her parçadaki Kürtler de o yaşama şu ya da bu oranda entegre oldu.
Zamanın akışı 70’lere geldiğinde, 4 parçadan kapitalizmin en çok geliştiği Türkiye coğrafyasında yaşayan Kürtlerin içinden “Bağımsız- Birleşik Kürdistan” hedefli bir siyasal hareket oluştu. “Birleşik” kelimesiyle sürüp gelen ama zayıflayan ortak yaşamı esas aldığını, kendisini onun üstüne inşa edeceğini, varlığını böylesi bir hedefe doğru yürüyüşe adadığını ilan etti.
Oluşumun bilinci ve başlangıçta bizzat pratik mimarı da olan Öcalan sonradan anlatacaktı; ilk olarak “ne olur ne olmaz, yerin kulağı var” benzeri bir önlemle bir yoldaşının kulağına fısıldayarak söylediği iki kelimenin (“Kürdistan Sömürgedir!)” şiddetini daha söylediği anda yaşayarak başı dönmüş, yakındaki bir yatağa zar zor kendisini atabilmişti.
Öcalan’ın kendisi de etrafındakiler de yoksul Kürt köylülerinin çocuklarıydı, önceki Kürt isyanlarının önderlerinden en büyük farkları da buydu. Onlar Kürt egemenlik alanı içinde değillerdi ve Kürt egemenlerine has özellikleri taşımıyorlar, Kürt halkına egemenlerin “üst-egemen” konumundan değil “içinden”, “onlardan birisi” olarak bakıyorlardı. Tasasını ağır bir yük olarak taşıyacakları malları mülkleri ya da kaybetmeyi asla istemeyecekleri sosyal statüleri yoktu. Sadece onları egemenlik sistemine bağlamaya çalışan “kölelik” zincirleriyle sarılıydılar ve hareket ettikçe onları zayıflatan kendi güçlerini görüp ona güveniyor, zincirleri parçalayıp özgürleşmeye adanmış askeri-politik kadrolara dönüşüyorlardı.
Öte yandan, PKK kurucu kadroları, diğer Kürt “parçalarına” göre daha fazla gelişmiş Türkiye kapitalizminin sınıf mücadelesinden etkilenmiş ve orada kendisini var eden Türkiye devrimci hareketinin zaafları ve gücünü gözlemlemişlerdi.
Gün oldu devran........
© Yeni Yaşam
