Merhaba On
Merhaba On. Son girdiğim Silivri Cezaevi’nde volta atarken durmadan bunu diyordum boş avluda.
Merhaba On.
Merhaba Ahmet.
Bu yazıyı yazmaya başlarken, içimden saymak geldi. Gezdiğim, gördüğüm yerleri değil, götürüldüğüm hapishaneleri saydım. Sırayla başladım; Kars Cezaevi (Çarlık Rusyası’ndan kalma, 2019’da yıkıldı), Silifke M Tipi, Tokat T Tipi, Erzurum E Tipi, Erzurum H Tipi, Midyat M Tipi, Muş E Tipi, Van F Tipi, Metris Tutukevi ve Silivri L Tipi.
Kimisinde bir gün, kimisinde bir hafta, kimisinde bir ay, kimisinde 3 yıl yattığım cezaevleri bunlar. Şimdiye dek aklıma gelmemişti saymak, yazı yazma cesareti vesile oldu. Nihayetinde birçok şey başka şeyleri çağırır, davet eder, teşebbüs eder, teşrif de eder. Bazen bir bakış, bazen bir dokunuş insana başka şeyleri gösterir, koku gibi, ses gibi, korku gibi, öfke gibi, rüzgar gibi.
İnsanın hayatında böyle bir sıralama olabiliyor.
Dikkat dikkat: Burası Türkiye, sonrasını biliyorsunuz.
Eskilere gitmek, yine gitmek
17 Ocak’ta 7 gazeteci gözaltına alındık ve tutuklandık. Tutuklanan arkadaşlar olarak bu kadardık: Reyhan Hacıoğlu, Welat Ekin, Rahime Karvar, Eylem Babayiğit, Necla Demir, Vedat Örüç ve ben.
Cuma sabahı evlerimizden alındık. Pazartesi gününe kadar Vatan Emniyeti’nde, nezarethanede kaldık. İşte o arada, Cuma’dan Pazartesi sabahına kadar dört defa tek tek alınıp kamera karşısında boyun eğmeye zorlandık.
İşte tam o arada, gidip götürülmeler arasında, boynumda uzanan bir el ile eskilere gittim, o kadar eskilere gittim ki mekan bile değişti.
Doğup büyüdüğüm Mardin’in dağlar arasında, zeytin bahçeleri ve üzüm bağları rüzgarları esen Derik ilçesine gittim. Dokuz-on yaşındayım. Sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş. Zaten bizim çocukluğumuzda durmadan sokağa çıkma yasakları ilan edilirdi. Bazen gün başlamış, tam ortasında birden sokağa çıkma yasağı ilan ediliyor, çarşı pazar kapanıyordu. Hayat tam orada yarıda kalıyor, kesiliyordu.
Öyle bir gündeyiz yine. Çocuğuz ama her şeyin erkenlerine davranıyoruz Kürt halimizle. Evde kahvaltı yapmıştık, sokağa çıkacaktım. Yasaktı, biliyordum. Kahvaltıdan önce de yasaktı, çıkmıştım, bütün çocuklar çıkmıştı. Polisler peşimize vermişti, kaçmış, mola vermiştik evlere dağılarak.
Kahvaltıda sofradaki elmada gözüm kalmıştı. Kalkarken elime alıyorum çaktırmadan. Merdivenlerden inerken bir ısırık atıyorum. Elma güzel, her yer kapalı, büyükler evde, sokaklar bizim, hayat her haliyle bizim.
Gülüyorum. Neşeliyim. Merdivenleri iniyorum. Kapıdan adımımı atar atmaz bir el boynuma gitti. Gitti derken, dokuz-on yaşlarındaki boynuma gitmedi, pençesine aldı beni. Sağıma soluma bakınca acıyor, beni sürüklüyor. Ne olduğunu, nereden olduğunu bilmiyorum.
Elimdeki elmaya bakıyorum, o da bana ısırık almış yerinden bakıyor. Boynumu tutan sivil polis küfrediyor, hızlı hızlı yürüyor, yürütüyor, götürülüyorum. Nereye olduğunu bilemiyorum çünkü boynumu hareketsiz tutmuş.
Bir dolmuşun içine atıldım. Sonra ilk tokadı yedim. Pazardaki çürümüş sebzeleri, domatesleri, patlıcanları, karpuzları onlara atmışız, ben taş bile atmışım. Yüzüme bakarak öyle diyorlar, yine tokatlar geliyor. Velhasıl yaşımdan büyük tokatlar yedim. Sonra akşama doğru evimizin kapısına kadar götürülerek ‘serbest’ bırakıldım. Dedim bu devlet, bu ben de Kürt.
Yıllar geçti, hapishanelere girdim. Türkiye’nin neredeyse yarısını ringle, ellerim kelepçeli gezdim. Hapishane turizmi diye bir şey var, devlet icadı.
Bir el; yeniden
Yıllar geçti, İstanbul’dayım. Sonra bir sabah hayat yeniden erkenden kesildi. Kapıma polisler geldi, devlet geldi, kapıma yumruk atarak benim günümü ve geleceğimi bir anda, sabahın yedisinde yarıda kesti. Gözaltına........
© Yeni Yaşam
![](https://cgsyufnvda.cloudimg.io/https://qoshe.com/img/icon/go.png)