DİYALEKTİK MATERYALİZM- 2 (KAVRAMLAR)
Bir önceki yazımızda tarihî serencamına yer verdiğimiz diyalektik materyalizmin kavramlarına bu yazımızda giriş yapacağız.
Bir fikir sisteminin yahut bir felsefenin, düşünce biçiminin tahlili için kavramlarını algılamak mecburidir. Çünkü fikir sistemleri de felsefeler de kendi mensuplarını bir araya getiren müşterekleri kavramlar üzerinden seçer. Kavramda müştereklik, gâyede müşterekliği doğurur. Nitekim aynı felsefe üzerine inşa edilen farklı akımlar da esasen kavramlardaki müşterekliği yakalayamamıştır. Bu sebepten, diyalektik materyalizmin ne olduğunu anlamak için ne dediğini anlatma gayretinde olacağız. Materyalist düşünce biçiminin izlediği yegâne metot diyalektik olduğu için diyalektik materyalizm yerine materyalizm diyeceğiz.
Materyalizm, bir idrâki hangi kavramlar ve meseleler üzerinden yönlendirir?
Materyalizmin; tabiatın ezelden beri determinist kurallar nispetince var olduğunu, herhangi bir yaratıcının bulunmadığını, her oluşun temeline birbirine zıt ve çelişkili hareketleri koyduğunu, insan dahil her varlığın maddeden ibaret olduğunu, zaman zaman ruhu ve şuuru inkâra gittiğini, inkâr etmese bile onların da maddeden doğduğunu iddia ettiğini bir önceki yazımızda söylemiştik. O hâlde materyalizm yani maddecilik, insan dahil her varlığı madde olması itibariyle ele alır.
İlk kavramımız budur: madde. Madde nedir?
Madde
Madde, materyalistlerin temel mefhumlarından bir tanesi olmasına rağmen tanımı hususunda bir müşterekliğin kurulduğu iddia edilemez. Tabiatı ve tarihi maddî parçacıklar hatta atomlar üzerine inşa etmenin getirdiği bazı çelişkiler, bu en temel tanımda bir müphemlik bırakılması gerektiği sonucunu doğurmuştur. Yani materyalistler iç çelişkilerinden kurtulabilmek umuduyla madde nedir sorusuna “bu soruya doyurucu cevap bulmak o kadar kolay değildir. Buna ulaşmak için bir madde teorisi yapmak zorundayız”[1] cevabını vermek zorunda kalmıştır.
Bu çelişkiyi fark edinceye kadar yapılan bazı tanımlamalar da mevcuttur. Mesela Engels, “cisim (madde) denince yıldızlardan atomlara kadar hatta varlıkları kabul edildiği ölçüde esir parçacıklarına kadar bütün maddi varlıkları anlarız”[2] demiştir. Ancak bu tanım, yukarıda da belirttiğimiz gibi bir çelişki ihtiva eder. Yıldızlardan ötesi önemli değil midir? Atom altı parçacıklarından daha ufak cisimler yok mudur? Maddenin kendi içinde bölünebilmesinin bir hududu olmadığından hareketle çokluğunun da bir hududu olmadığını düşünürsek maddenin kıstası beş duyu organımız mıdır? Bu bölünme ve çokluk, sonsuzluğa mı gider, öyleyse sonsuzluk nedir? Üç boyutlu, zaman ve mekân üzerine konumlanan, duyuların farkında olduğu şeylerle varlığı tanımlamak kısır bir yaklaşım değil midir? Bugün zamanın bile ne olduğu hakkında kesin bir cevap bulunamazken, varlığı zamana bağlı kalarak açıklamak ilmî midir? İşte diyalektik maddeci, tüm bu soruları yanıtsız bırakmıştır. Nitekim bugün fizik bile üç boyutlu varlıkların ötesinde de bazı boyutların olduğunu ispat etmiştir. (Mesela beşinci boyut.)
20. yüzyıla değin doğru kabul edilen atomların bölünemez ve sonsuz olduğu iddiası, sistematik temellerini 19. yüzyılda bulan diyalektik materyalizmin madde ve sonsuzluk buhranında ayrıca bir sebep teşkil etmektedir. 20. yüzyılın başlarında, materyalistlerin düşüncelerini iflas ettiren buluşlar gerçekleşmiştir. 17. yüzyılda Newton’la birlikte hızlanan ilmî keşifler, 20.yüzyılda atomun bölünebilirliğini ispat ettiğinde, maddenin temelini atom olarak ele alan materyalizm, fizik ilmini ilgilendiren sahalarda da çökmeye başlamıştır. Ancak materyalizm, bu çöküşünü büyük bir utanmazlıkla maddenin varlığına özgülemiş, madde inkâr edilmedikçe materyalizmin çökmeyeceğini iddia etmiştir. Oysa henüz madde tanımı dâhi yapamayan ve insanî meziyetlerin en yücelerini dâhi yapamadığı bu madde tanımı üzerine inşa eden materyalizmi çürütmek için maddeyi inkâr etmek gibi ilim dışı bir teze dayanma gerekliliği yoktur. Çünkü materyalizmin asıl buhranı maddenin varlığını ispat etmesinde değil, tüm varlıkları maddeye özgülemesinden geçmektedir.
Materyalistlerin cevap veremediği diğer bir soru, maddenin ne olduğunun da ötesinde, nasıl kavranabileceğidir. Madde nasıl kavranılır?
Maddeyi yalnızca duyuların kavrayabileceği teorisi, yer yer materyalistlerce de anlamsız bulunmuştur. Bir önceki yazımızda tabiata tatbik meselesinde Engel’in Marks’ın teorisini genişletmesine örnek göstermemiz gibi burada da Engels’in Marks’ın teorisini genişletmesine bir örnek gösterebiliriz: Marks’a göre madde, duyulara dayanmıştır. Engels’e göre madde akla dayanmıştır. Lenin de Marks gibi duyu temelli kavramayı esas almıştır. Lenin’e göre madde, “kişiye duyuları tarafından ulaştırılan, nesnel gerçekliği gösteren felsefî bir kategoridir.” Nitekim Lenin, aynı eserin devamında maddeyi “Duyu organlarımızı etkileyerek duygu üreten, bize duygulanma biçiminde ulaştırılan nesnel gerçeklik” olarak tanımlamıştır.[3] Burada görüldüğü üzere, maddenin duyulara dayanmasının da ötesinde duyguları var ettiği iddia edilmiştir. Şüphesiz görülmektedir ki insanî hasletlerin en mümeyyiz hâli olan hisler, materyalizmin giyotininde can vermek üzeredir.
Sözün yekûnu, kimi materyalistler maddeyi duyunun kavradığını iddia etmiş, kimi materyalistler aklın kavradığını iddia etmiştir. Nitekim her iki teoride de aklın kendisi de bir madde olarak değerlendirilmiştir. Her iki taraf da kendi içinde bazı çelişkiler yaşamışladır. Aklın da duyulara dayanıp dayanmadığı ayrıca bir çıkmazın konusunu oluşturmuştur.
Materyalistler, Politzer’ın sığındığı üzere madde........
© Yeni Ufuk Dergisi
