menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

VATANI YÜREĞİNDE TAŞIYANLAR: MÜBADELE Mİ? MÜCADELE Mİ?

8 0
27.03.2025

Türkler her zaman zulümden kaçınmış, gittiği her yere hoşgörü ve adalet götürmüştür ama karşısında hoşgörü değil, hep zulüm görmüştür. O ne zulümdür ki hep Türk’e yapılmış lakin asla yıldıramamıştır Türk’ü… Türk zulme asla yenilmemiş, asla da yenilmeyecektir…

Osmanlı, Türk tarihinin hatta belki de dünya tarihinin en büyük devletidir. Tüm cihana nasıl devlet olunacağını göstermiş, sayısız devletin barınamayıp yıkıldığı coğrafyada 600 yıl hüküm sürmüştür. Bu hâkimiyetinin arkasında şüphesiz bir nizam-ı âlem anlayışı vardır.

Osmanlı Devleti, nizam-ı âlem anlayışı doğrultusunda Türk cihan hâkimiyeti mefkûresini benimsemiştir. Bu mefkûre yolunda izlediği politikalardan birisi de iskân politikası olmuştur.

Rumeli’nin fethi ile başlayan iskân politikası Osmanlı’nın temel uygulamalarından biri haline gelmiştir. İskân politikası, yeni fethedilen yerlere kendi milletinden insanları ihtiyaç durumuna göre göndererek o bölgeleri millîleştirmek, hâkimiyetini daim kılmaktır. Osmanlı bu politikayı fethettiği tüm bölgelere, özellikle de Rumeli topraklarına uygulamış; Anadolu’dan Rumeli’ye göç yaşatarak kısa sürede Rumeli’yi Türkleştirmiş ve İslamlaştırmıştır.

1200’lü yıllarda Türkistan’da Moğol istilasından kaçan birçok Türk boyu Anadolu topraklarına sığınmıştır. Mübadillerimizin hikâyesi de tam buradan başlar. Bu kitapta göreceğimiz Grebene’den Denizli’ye göç etmek zorunda kalmış büyüklerimizin ataları işte tam 800 yıl önce geldiler ilk kez Anadolu’ya. Oğuzların Avşar boyuna mensuplardır. Moğol baskısıyla Anadolu’ya göç etmişler, Konya’nın Ermenek ilçesine yerleşmişlerdir.

O dönem Anadolu Selçuklu Devleti gücünü iyice yitirmiş, Anadolu’da karmaşıklık oluşmuştu. Beylikler ortaya çıkmış, bu beyliklerin kendi içerisindeki mücadelesi uzun yılar devam etmişti. İlk dönemde bu beyliklerden en güçlüsü şüphesiz Selçukluların mirası Konya’yı da hâkimiyeti altına alan Karamanoğullarıydı. Karamanoğulları, Osmanoğulları ile uzun süren mücadelelere girişmiş, sonunda Fatih Sultan Mehmet döneminde tamamen Osmanlı hâkimiyetine girmiştir.

Fatih Sultan Mehmet, Rumeli’ye yapacağı iskân politikasında olası Karamanoğulları isyanlarını engellemek için özellikle Konya, Karaman bölgesindeki aileleri iskâna dâhil etmiştir. Böylelikle mübadillerimize bir kez daha göç yolu gözükmüştü. İlk defa bırakmıyorlardı anayurdu saydıkları, yıllarca üzerinde yaşadıkları toprakları. Son da olmayacaktı…

Rumeli’ye geldiler, yerleştiler. Yine yeni bir macera, yeni bir mücadele… Balkanlarda Türkler bölgedeki halkla yüzyıllarca iyi geçindi. Balkanlardaki huzur ve barış ortamının temelinde şüphesiz onlardan iki yüz önce bölgeye gelip halka Türklüğü, Müslümanlığı sevdiren, yayan Sarı Saltuk ve onun Blagay – Alperenler Tekkesi yatıyordu. Hacı Bektaş-ı Veli’nin talebelerinden olan Sarı Saltuk mübadil atalarımızın Anadolu’ya göç ettiği dönemlerde Türkistan’dan Anadolu’ya, Anadolu’dan Rumeli’ye giderek oralarda Müslümanlığı yaymış, Türklüğü sevdirmiştir.

Türkler Rumeli’ye hızlı alıştılar, bölge halkıyla aynı mahallede evlerini kurdular, aynı sokaklarda beraber oynadılar, hep birlikte aynı şeye sevindi, aynı şeye üzüldüler. Peki, ne oldu da 500 yıl yaşadıkları yerler mezar oldu onlara?

Şimdi göreceğiz Kastro’yu, Vraşno’yu, vatanlarını nasıl bırakmak zorunda kaldılar? Nasıl yürüdüler onca yolu? Nasıl toprağa verdiler zalimce katledilen ailelerini? Nasıl denize bıraktılar canlarından bir parça evlatlarını?

Rumeli’den Denizli’ye giden bir mübadeleyi göreceğiz, onlara tanık olacağız fakat bu hikâye sadece mübadele ile Denizli’nin Hisar Mahallesi’ne gelen büyüklerimizin değil, yüzlerce yıllık vatanlarında gün yüzü görememiş milletimizin hikâyesidir. Kimi Bekir ile anlatır azap çeken toprakları, kimi Kıraç Ata ile kovar düşmanı yurttan. Kimi Ceren’in tutsaklığını anlatır, kimi de der ki: Onlar da insandı!

Mübadeleye Giden Yol

Mübadil büyüklerimizin ataları 1400’lü yıllarda yurt bilmişti Grebene’yi. Kastro ve Vraşno köylerine yerleşmişlerdi. Yüzlerce yıl orada yaşamışlar, Balkanlarda Türk hâkimiyetini sağlamışlardı. Bu huzur ve sükûnet ortamı, Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetinin zayıflamasıyla son bulmuştu.

Osmanlı Devleti’nin çöküşü, mübadeleye giden yolu da başlatmıştı…

“Osmanlı Devleti’nin yükselme dönemi bitmiş, duraklama ve gerilemenin ardından çöküş dönemi başlamıştı. Bundan faydalanmak isteyenler birçok yerde isyan ediyordu. Yunan İsyanı da bu dönemde baş gösterdi.” (s.22)

Yunanların ilerlemesi hiç durmadı. 1821’de Mora İsyanı, 1829’da Navarin Muharebesi, yıllarca süren Osmanlı-Rus savaşları ve en nihayetinde Balkan Harbi…

Balkan Harbi patlamış; cihan imparatorluğu, o şanlı devlet Osmanlı, artık uçurumun kenarına iyice yaklaşmıştı. Ordudaki düzensizlikler, kargaşalar hezimetin en büyük nedeni olmuştu belki de. Selanik’i müdafaa için görevlendirilen Hasan Tahsin Paşa, tek kurşun bile atmadan teslim etmişti şehri. Balkanlar elden çıkıyordu bir bir. Yunanlar teslim şartlarına uymamış, katliamlarının önü arkası kesilmemişti.

“Selanik bir insan mezbahasına benzemeye başladı. Teslimin ikinci gününden itibaren başlayan zulüm ve vahşetin sonu gelmeyecek…” (s.28)

Bir tarafta Hasan Tahsin Paşa gibi komutanlar varken bir tarafta da bir vatan evladı vardı ki Yunanlara korku salmış, vatanını son nefesine kadar müdafaa etmişti: Bekir Fikri Bey!

Vraşnolu Bekir Fikri, Hisar Mahallesi’ndeki mübadillerin akrabasıydı. Harp Okulu’dan 1903’te mezun olmuş, Yemen görevinden sonra 1907’de memleketi Grebene’ye görevlendirilmişti. Görevlendirildiği ilk günden itibaren Yunan çeteleriyle mücadeleye başlamıştı. Memleketini çok seven, zeki, başarılı, Türk milliyetçisi bir subaydı.

“Bekir Fikri, gerilla harbini çok iyi biliyor, uyguluyor ve seviyordu. Osmanlı hükümeti onu Edirne’ye tayin ettiğinde ‘Gerilla olup Grebene’den........

© Yeni Ufuk Dergisi