VATANA ADANMIŞ BİR ÖMÜR: MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK-1
Bir ordunun muharebe vasıta ve usulleri alınabilir lâkin millî seciye ve ruh kıymeti, nesilden nesile intikal eder.
600 yıllık cihan imparatorluğu Osmanlı, son yıllarını yaşıyordu artık. Sistem bozulmuştu, yabancı devletlere verilen imtiyazlar diz boyuydu. Uzun süren Osmanlı- Rus savaşları da devleti tüketmişti. 93 Harbi’nin de patlak vermesiyle devlet için yolun sonu gözükmüştü. Ardından yaşanan Trablusgarp Savaşı, Balkan Bozgunu ve Birinci Cihan Harbi de son tokattı Osmanlı’nın yüzüne vurulan. Payitaht artık teslim olmuştu, tek yaptıkları işgal kuvvetlerini izlemekti. İşgaller İstanbul’u, Antep’i, Erzurum’u, İzmir’i ve daha nice şehirleri sarmıştı. Zamanında üç kıtaya hâkim olan devlet, Anadolu’nun küçük bir parçasına hapsedilmişti. Tüm Anadolu’dan kıvılcımlar çıkıyor, onu alevlendirecek bir Başbuğ bekleniyordu…
Mustafa Kemal Paşa, işgallere karşı topyekûn mücadeleyi Samsun’dan alevlendirdi, Türk’le kurtardı Türk’ün vatanını, ona armağan etti. New York Times gazetesinin de dediği gibi: “Bir avuç Türk, dünyaya meydan okudu.” Kimdi bu bir avuç Türk? Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa, Kazım Paşa ve daha niceleri…
Birisi daha vardı ki onun için tek bir şey söylenebilir: “O bir askerdi.”
Asker doğmuş, asker yaşamış, asker ölmüş, babasını, kardeşlerini vatan uğruna şehit vermiş… Osmanlı Harbiye Nazırı, Büyük Taaruz’un büyük komutanı, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Genelkurmay Başkanı, adeta vatana adanmış bir ömür: Vatandan başka sevgili bilmemiş Büyük Mareşal Mustafa Fevzi Paşa…
Ailesi
Varna’da doğan Hacı Bekir Efendi, İstanbul’a gidip Yeniçeri Ocağı’nda eğitim almış, Vak’a-yı Hayriye olarak bilinen olayda Sultan Mahmut’un halk desteğini de arkasına alarak artık devlet için büyük tehlike olarak görülen Yeniçeri Ocağı’nı topa tutarak yok edenlerden olmuş, bu hadise üzerine tekrar memleketi Varna’ya dönmüştür. Varna’ya döndükten kısa süre sonra meydana gelen Rus işgalinde annesi Emine Hanım bir bacağını kaybederken babası Ömer Ağa ise şehit olmuştur. Bekir Efendi, işgalden sonra annesini de yanına alarak İstanbul’a gitmiş, yeni bir hayata başlamıştır. Bir süre yolu farklı ülkelere düştükten sonra tekrar İstanbul’a gelerek Tophane’de müftü olarak göreve başlamış ve Fitnat Hanım ile evlenmiştir.
Tophane Müftüsü Bekir Efendi; sonrasında Şinasi gibi kişilerin de adının anılacağı Sultan Abdülmecid’i tahttan indirme amaçlı yapılan ve Kuleli Olayı olarak bilinen darbe teşebbüsüne karışmış bu sebeple Limni Adası’na sürgün edilmiştir. Orada Limnili Çakmakoğlu Derviş Hüseyin Kaptan ile tanışmıştır. Sürgün yıllarında ikili iyi bir dostluk kurmuştur. Bekir Efendi, Hüseyin Kaptan’ın oğlu Ali Sırrı’nın eğitimini üstlenmiş ve onu yanına almıştır. 1861’de Sultan Abdülaziz tahta çıkıp suçluları bağışladığında Bekir Efendi, Ali Sırrı’yı da yanına alarak İstanbul’a gitmiştir. Bekir Efendi, Ali Sırrı’yı oğlu gibi sevmiş ve ilgilenmiştir. Ali Sırrı Bey, 18 yaşına geldiğinde Tophane’ye girmiş ve aynı evde beraber büyüdüğü Bekir Efendi’nin kızı Hesna ile evlenmiştir. Zamanla aile büyümüş, çiftin beş çocukları dünyaya gelmiştir: Nebahat, Nazif, Muhtar, Sami ve en büyükleri Mustafa Fevzi. Çiftin dört oğlu da askerlik mesleğini seçecektir.
Çocukluğu
Mustafa Fevzi daha çocukken zekâsı ve cesaretiyle dedesi Bekir Efendi’nin dikkatini çeker ve dedesi onun eğitimiyle alakadar olur. 1886 yılında, asker olan amcası Hasan Vasfi Bey’in İstanbul’a gelmesi Mustafa Fevzi’nin hayatında dönüm noktasıdır. Zaten askerliğe ilgili olan Mustafa Fevzi, Hasan Vasfi Bey’den etkilenerek 10 yaşında kesin kararını verir: Asker olacaktır!
Amcası Hasan Vasfi ile bir yıllığına Selanik’e gider ve Selanik Askeri Rüştiyesine kaydolur. Selanik’in yeri Mustafa Fevzi’nin hayatında ayrı olmuştur. Selanik’te geçirilen sene Mustafa Fevzi’nin ailesinden ve yakın çevresinden uzaklaşarak pek çok yenilikle tanıştığı, bilmediği pek çok şey öğrendiği dönemdir. O yılların Selanik’i, imparatorluğun kültürel çeşitliliğinin, hareketli fikir hayatının hiç şüphesiz en iyi izleneceği yerlerden biridir.
Hasan Vasfi Bey, Bahriye Mektebinde öğrenimini devam ettirirken babası Derviş Hüseyin Kaptan ile 1876 yılında Çerkez Hasan Vakası’na karıştığı sebebiyle yargılanmıştır. Suçsuz oldukları anlaşılıp serbest kalsalar da Hasan Vasfi Bey’in Bahriye Mektebi eğitimi son bulur. Hasan Vasfi Bey yine de askerlikten vazgeçmemiş ve orduya girmiştir. Fakat subay olarak değil, alaylı olarak askere girmesi sebebiyle çok iyi bir asker olmasına rağmen rütbe olarak fazla yükselemez.
Uzun yıllardır askerlik yapmasına rağmen pek rütbe atlayamamış olan Hasan Vasfi Bey, 11 yaşındaki Mustafa Fevzi’nin karakterini önemli ölçüde etkiler. Hasan Vasfi Bey’in öğrenciyken o durumlara girmesi Mustafa Fevzi’ye örnek olur.
Daha sonra giriştiği gizli hücre faaliyetlerinde, Abdülhamit ve istibdat karşıtı eylemlerinde hep belli bir sınırda durmaya çalışır. Fevzi Çakmak’ın belirgin kişilik özelliği olan temkinlilik, önde ve en görünürde olmaktan kaçınma gayretinin temelleri böylece daha çocukluğunda atılmıştır.
Mustafa Fevzi bir yıl sonra İstanbul’a döner ve Soğukçeşme Askeri Rüştiyesine kaydolur. İstanbul’da dedesi Bekir Efendi ile uzun vakitler geçiren Mustafa Fevzi, ondan Arapça ve Farsça öğrenir; İslam felsefesi, tasavvuf gibi dersler alır; Namık Kemal, Ahmet Mithat, Şinasi gibi kişileri okur ve hürriyet fikrini çocuk yaştayken edinir. Rüştiyeyi başarıyla bitirdikten sonra Kuleli Askeri İdadisine girer ve henüz ilk senesinden itibaren okulun en dikkat çeken isimlerinden birisi olur. İdadi yıllarında dedesiyle ilişkisini iyice arttırır. İstibdat döneminin sona ermesi, meşrutiyetin tekrar yürürlüğe konması gerektiğini savunan Bekir Efendi, bilgi ve birikimiyle olduğu kadar Kuleli Vakası gibi içinde bulunduğu yer altı faaliyetleriyle de torunun gözünde bir kahramandır. Kuleli Askeri İdadisini başarıyla bitiren Mustafa Fevzi, 1893 yılında Harbiye Mektebine girer. Harbiye Mektebinde İdadiye göre daha yoğun istibdat karşıtı tutumlar dikkatini çeker. Bu ortamın bulunması Mustafa Fevzi’nin de gizli çalışmalara ilgisinin artmasına sebep olur, hatta gizli faaliyetlere girmekle kalmaz hücre kurar.
Hücre, yasadışı faaliyet gösterenlerin güvenliklerini sağlamak amacıyla kurduğu bir sistemdir. Bir hücreye dâhil olan kişi, o hücrenin içinde gizliliğini hem diğer hücrelere hem dışarıya karşı korur. Mustafa Fevzi, Harbiye Mektebindeyken arkadaşlarıyla birlikte kurduğu istibdat karşıtı hücrelerde önemli rol oynar. Abdülhamid karşıtı beyannameler yayınlar, yasaklanmış eserlerin gizlice ulaşılması ve dağıtılması konusunda iş yaparlar.
Mustafa Fevzi, hocaları gözünde hep başarılı ve karakteriyle de öne çıkan bir öğrenci olmuştur. Kazasız bir şekilde Harbiye Mektebini bitirir ve yalnızca derece ile bitiren öğrencilere tanınan Harp Akdemisinde askerî eğitime devam etme hakkını kazanır. Mustafa Fevzi, daha gizli ve temkinli şekilde gizli faaliyetlerine devam eder ve üç sene sonra kazasız bir şekilde mezun olur. Artık Mustafa Fevzi, 22 yaşında genç bir yüzbaşı olmuştur. Askerî eğitimde modernleşme döneminin ilk mezunlarındandır.
Osmanlı’nın son döneminde yapılan eğitim reformlarının ilk dönemlerinde iyi bir eğitimle mezun olan Yüzbaşı Fevzi Bey; Osmanlı’nı içinden çıkılamaz sorunlarına şahit olmuş, Namık Kemal gibi şairlerden de hürriyet duygusunu almıştır.
Yüzbaşı Fevzi Bey, 1899 yılında Kosova’nın Priştine sancağına tayin olur ve 13 yılını burada, Balkanlarda, geçirir. Günbegün artan ve en sonunda Balkan Savaşı ile sonuçlanan karışıklıklara, Arnavut komitecilerin faaliyetlerine şahit olur. Arnavut komitacılarıyla mücadeleye girişir. Orada........
© Yeni Ufuk Dergisi
