menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

UNUTULMUŞ TÜRK MÛSİKÎŞİNASLARI

10 0
28.03.2025

“Tekrar mûlâki oluruz bezm-i ezelde,

Evvel giden ahbâba selâm olsun erenler.”

-Süleyman Erguner

Mûsikîşinas, sözlüklerde müziği bilen kimse diye tanımlanmıştır. Ancak musikişinaslık, sadece müziği bilmekle, birkaç şarkı okumakla olunmaz. Öncelikle mûsikîşinasın milletinin kültürünü, geleneklerini çok iyi biliyor olması ve bunlara bağlı kalarak yaşayabilmesi gerekir. Milletinin duygu ve hislerini mûsikî yoluyla ifade etmelidir. Bütün mûsîkî formlarını da bilip eser verebiliyor olması gerekir. O kişi, mûsikîyi, milletinin kültürüyle harmanlayıp gelecek nesillere bir kültür mirası olarak aktarabiliyorsa mûsikîşinaslığın hakkını verebiliyordur. Burada anlatmaya gayret edeceğimiz insanlar ömürlerini Türk müziğine adamış, Türk müziğinde çığır açmış şahsiyetlerdir. Hatta mûsikîmize, Türk mûsikîsi denilmesi de onların sayesindedir.

Günümüzde müzikle uğraşan insanların çoğu bu tarifin aksine Türk müziğini büyük kitlelerin itibar ettiği, nefse dayanan, kötü amaçlar için kullanılan piyasa müziği haline getirmiştir. Ama burada anmaya vesile olacağımız insanlar Türk müziğini bir ilim, bir sanat, bir kültür mirası olarak görmüşlerdir. Hayatları boyunca Türk müziğini bu şekilde anlamış ve bu kültür mirasını kendilerinden sonra gelen nesillere aktarıp gitmişlerdir.

Mûsikîşinaslar, Meragi’den başlayıp Hafız Pos’tla devam eden; Dedelerle, Itrîlerle ilerleyen mûsikî kültürümüzün temsilcisiydiler. Onlar kendilerinden önce silsile halinde aktarılan kültür mirasını olduğu gibi almış, korumuş, geliştirmiş ve gelecek nesillere aktarmak için mücadele etmişlerdir. Mücadelelerini bilgileriyle, birikimleriyle sabrederek vermişlerdir. Onlar Türk mûsikîsini tüm dünyaya tanıtmış, dinletmiş ve sevdirmişlerdir. Ömürlerini Türk müziğini müdafaa ederek sürdürmüşlerdir. Bugün olduğu gibi kendi dönemlerinde de çeşitli bataklıklara düşürmekten kurtarmışlardır. Bunların karşılığında ne şöhret ne para ne de menfaat beklemişlerdir. Sadece Allah’ın rızasını kazanma gayesiyle gerçek mûsikîyi anlatmak, öğretmek ve aktarmak istemişlerdir. Onların emanetini bıraktıkları yerden, bıraktıkları gibi almak duasıyla…

Hüseyin Sâdeddin Arel

“Büyük bir Türk bestekârı ve mûsikî bilginidir. Türk mûsikîsini hemen hemen yok olmaktan kurtaran adamdır. Bu sanata ‘Türk mûsikîsi’ diyen bile odur. Zira onun bu isimlendirmesinden önce bir millî ses san‘atımızın adı sadece ‘mûsikî’ idi, sonra Muzikay-i Hümâyun’un Batı mûsikîsi ile uğraşan Türk müzisyenlerince adı ‘alaturka’ya çevrilmişti. Arel ve arkadaşları olmasaydı bugün Türk mûsikîsi sadece gazinolarda çalınıp okunan; eksotik, etnolojik bir ilkel kavim san’atı olarak meraklı müzikologlarca incelenecek, tarihe karışmış bir kültür unsuru şeklinde telakki edilecekti.”

-Yılmaz Öztuna

Arel(1880-1955) Osmanlı’nın son döneminde, Tanzimat Dönemi’nde, yaşamıştır. O dönem Türk mûsikîsi arka planda kalmış, saraydan mutlak mânâsıyla kovulmamışsa da dergâhlara ve Mevlevihanelere sığınmıştır. Zaten 16. yüzyılın başından 20. yüzyılın sonlarına doğru Türk mûsikîsi üzerine önemli hiçbir ilmî eser yazılmamıştır. O dönemlerde mûsikî tamamen semaî (kulaktan öğrenilen), ilmî olmayan bir sanat haline gelmiştir. Sâdeddin Arel’in mücadelesi de tam olarak burada başlamıştır.

Batı müziğinin iki makamına karşılık Türk mûsikîsi; sayısız ve renkli makama sahip, insanın duygularını anlatmaya çok müsait bir sistemdi. Ancak buna rağmen Batı müziği, Türk mûsikîsinden daha çok tercih ediliyordu.

Arel’in hedefi, nota kullanmayan, metodsuz saz öğrenen icracılar döneminin kapanmasıdır. Bunun yerine kulağı Türk seslerine yatkın, Batı müziği ile yabancılaşmamış yetenekli gençlerin hem Türk hem de Batı müziğini öğrenerek yetişmesiydi. Bu da gençlerin alacağı -ilmî ve bediî bir şekilde verilen Türk mûsikîsi eğitimi başta olmak üzere- verilecek millî bir eğitimle gerçekleşecekti. Sâdeddin Arel bütün ömrü boyunca millî mûsikî eğitimi için mücadele etmiştir.

Bu dönemlerde Türk musîkîsinin yok olmaya doğru gittiğini genç yaştaki üç Mevlevî şeyhi fark etmiş ve çözüm üretmeye çalışmışlardır. Bu gençlerden biri Sâdeddin Arel’dir. Bulduğu metodlarla Türk müziğini ciddi manada yok olmaktan kurtarmıştır. Arel’in hedefi çok sesliliktir. Bazı çok sesli Batı enstrümanlarının Türk mûsikî sisteminde perdelerle düzenlenerek kullanılmaması ve Türk mûsikîsini çok seslilikten mahrum oluşu onu düşündüren hususlardandır. Bu anlamda en büyük değişikliği klasik kemençede yapmıştır. Batıda çok kullanılan çok sesli keman ailesine karşılık Türk çalgısı olan klasik kemençe beşlemesini bulmuştur. Bilindiği gibi kemençe, Türk mûsikîsinin üç mühim sazından biridir ve üç tellidir. Arel bunu dört telliye çıkararak kemanın dört teline uyarlamıştır. Yani keman ailesinden çıkan tüm sesleri kemençeden çıkabilecek hale getirmiştir. Verdiği parlak ve tınısından vazgeçilemeyen ses, heyecan vericidir.

Arel, Darülelhan’da yıllarca Türk mûsikîsini okutmuştur. Bu müessesenin Türk mûsikîsi kısmı kapandıktan sonra millî mûsikî, okulsuz kalmıştır. Sonraki yıllarda bu konudaki ihtiyaç ivedi bir şekilde ortaya çıkınca Arel, 63 yaşında Türk mûsikîsinin canlandırılması görevini üzerine almıştır. İstanbul Şehir Umumi Meclisince, İstanbul Konservatuvarı Batı Mûsikisi bölümünün düzeltilmesi ve 1926’da kapanan Türk Mûsikîsi bölümünün yeniden açılması için büyük yetkilerle İlmî Kurul Reisliğine getirilmiştir.

İstanbul Devlet Konservatuvarında hem Batı müziğinin ıslahı hem de Türk mûsikî bölümünün kurulmasını öncülük etmek gibi iki görevi bir arada beş yıl boyunca yapmıştır. Bu beş yıl boyunca sayısız gence eğitim vermiştir. Bu eğitimde gençler ilk defa modern bir şekilde nazariyat, armoni, mûsikî tarihi öğrenmişlerdir. Böylece kaybolmakta olan Türk mûsikîsine cankurtaran simidi atılmıştır.

Arel’in hedefi, mûsikîmizi yeni yetişen, yüksek seviyede eğitim gören gençlere teslim etmektir. Ama Türk mûsikîsi, dedelerden kalma eski usûllerle öğretilmesine karşı koyan insanların ve piyasacıların elindedir. Oysa yüksek eğitim; dedelerden kalma, eski usûllerle alınan eğitimden beslenmezse muvaffak olamayacaktır. Bu yüzden Devlet Konservatuvarından istifa etmiştir.

O dönemde Türk mûsikîsini sevmeyen ve Batı müziğinin etkisinde olan Cumhurbaşkanı İnönü’nün tesirinde kalmış bir Millî (?) Eğitim Bakanı mevcuttu. İsmini çok farklı yerlerden de bildiğimiz, dönemin Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e yöneltilen çok şiddetli tenkit, itiraz ve talebe rağmen İstanbul Devlet Konservatuvarında Türk mûsikîsi bölümü açılmadı. Bu sebeplerden ötürü Arel, burada ders vermekten vazgeçip öğrencileriyle beraber evinde ders vermeye ve yayın organları aracılığıyla eğitim yapmaya başlamıştır. Birçok öğrenci yetiştirmiş, hiçbirinden ücret ve hediye kabul etmemiş, bir beklentisi olmamıştır. Tek gâyesi Türk kültürüne hizmet etmektir. Bu dünyaya veda edene kadar eğitim vermeye devam etmiştir. Verdiği konferanslarla ve yazdığı yazılarla sürekli mûsikî kültürünü devam ettirmeye gayret etmiştir. Bu satırlara sığdıramayacağımız kadar büyük çalışmalar yapmıştır. Çok varlıklı olmamasına........

© Yeni Ufuk Dergisi