İslâm hukukunda küçüklerin nikahı
Kedi, yavrusunu yemeye karar verince, onu fareye benzetirmiş. İnsan da birine itibar suikastı yapmak istediğinde, tetiğe basmadan evvel o kişiyi bir şeylerle yaftalıyor ki yaptığı şey meşru görünsün. Öyle anlaşılıyor ki, dinden hazzetmeyen, dindarlığı tehdit olarak gören insanın, din konusundaki tutumunun, doğru olduğunu kendisine ispatlaması gerekiyor. Bunun için de dindarlığı temsil eden kişilerin ne kadar iğrenç olduklarına, yalan yanlış ithamlarla da olsa kendisini inandırması gerekiyor. Böylece muhtemelen “Oh be! İyi ki dindar değilmişim!” diye rahatlıyor zavallı. (Benzer bir yaftalama hatasını ve rahatlamayı dindarlarda da pekâlâ görebiliriz.)
Gelelim sadede. Geçtiğimiz hafta,
Boğaziçi Üniversitesi’
nde meydana gelen bir hadise, kamuoyunun gündemini epey meşgul etti. Öyle ki ana muhalefet partisi lideri, bir miting konuşmasında “Yuhalayın bunları!” dedikten sonra bir de “anasını!” kelimesini ilave ediverdi, ama şükür ki yüklemi getiremedi ve cümle yarım kaldı. Yoksa cümlenin yükleminin hiç de hoş gelmeyeceği belliydi.
Peki kim ne yaptı da ana muhalefet partisinin lideri tarafından kalabalıklara hem yuhalatılıp hem de anasına sövülmeyi hak eden bir cürüm işledi? Hadise özetle şuydu: Kamuoyunca bilinen bir din âlimi ve davetçi olan
Nurettin Yıldız
, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki bir öğrenci kulübü tarafından konferans vermek üzere davet edildi. Boğaziçi Üniversitesi’nden bir grup öğrenci, Yıldız’ı pedofiliyi savunmakla suçlayarak üniversitede konuşma yapmasını engellemek istedi. Hatta polisle çatıştılar ve on üç polisin yaralanmasına sebebiyet verdiler. Boğaziçi gibi kaliteli bir üniversitenin öğrencileri, bir konuda böyle bir tepki veriyorsa bunun makul bir gerekçesi olmalı diye düşünüyor insan. O sebeple, Yıldız’ın konuyla ilgili konuşmasını dinledim. Ancak Yıldız’ın, o konuşmasında pedofili olmakla suçlanmayı hak edecek tek bir ifadeye rastlamadım. Hatta küçük yaşlardaki çocuklarını maddi gayelerle evlendirip başkalarının yatağına atan babaları ağır bir dille eleştirdiğini gördüm. Ancak eski çağlarda yaşamış olan fakihlerin ekseriyetinin görüşünü, hiç tartışılmamış ve tartışılamaz bir görüşmüş gibi sunmasını ve “Kur’an’a iman eden bütün Müslümanlara göre evlilik için bir yaş söz konusu değildir.” ifadesini de asla doğru bulmadım. Zira daha ilk asırlardan itibaren Yıldız’ın da benimsediği anlaşılan görüşün aksini söyleyen birazdan isimlerini vereceğim çok önemli âlimler çıkmıştır. Onlar da pekâlâ Kur’an’a iman eden kimselerdir, hatta müctehit âlimlerdir. Ayrıca Osmanlı Devleti’nde 1917’de kabul edilen Hukuk-ı Aile Kararnamesi ile başlayan aile hukukunun kanunlaştırılmasından sonraki süreçte İslam hukukunun uygulandığı ülkelerin tamamındaki kanunlarda, evlilik yaşı için bir alt sınır (çoğunda erkek için on sekiz, kız için on yedi yaş) getirilmiştir.
Protesto eylemlerini gerçekleştiren Boğaziçili öğrencilere gelince, biz savaş meydanında yüzünü kanlar içinde bırakan düşmanları için “Allah’ım! Kavmime hidayet nasip et. Zira onlar hakikati bilmiyorlar.” diyen bir Peygamber’in izinden gitmeye çalışan insanlar olarak, onların hidayet bulmalarını niyaz ediyoruz. Dini ve dindarlığı, tümüyle kendileri için bir tehdit olarak görmelerinin, bir yanılsama olduğunu onlara fark ettirebilmek ve inandığımız hakikatleri onlarla en uygun şekilde paylaşabilmek için daha etkin iletişim yolları bulmak gerektiğine inanıyoruz. Keşke birbirimizi, önyargılarımızdan sıyrılarak anlamaya çalışacağımız iletişim imkânları oluşturabilsek de daha medeni bir şekilde sorunlarımızı tartışabilsek!
Şimdi, meseleyi özet bir şekilde ele alıp tahlil etmeye çalışalım. Dünyadaki cari hukuk........
© Yeni Şafak
