Duygular tercüme edilebilir mi? Ya da öznenin duygusu tarihin hatırlatıcısı olabilir mi?
Başkasının hayatı bize ne anlatır? Ya da başka bir kültürde başka bir dilin içinde sunulan görsel metin hepimiz için aynı derecede okunaklı mıdır? Metni görür, dilini çözer, duygusunu yerleştirir, yerleştirdiğimiz duyguyu deneyim hanemize kolaylıkla dahil eder miyiz?
Bu soruların cevabını önemsiyorum. Çünkü internet ile birlikte elinde akıllı telefonu, masasında bilgisayarı ve sınırsız internet paketi olan faniler olarak –sakın yanlış anlaşılmasın dizi filmdeki fanilerden bahsetmiyorum- her birimiz bir hafta içinde onlarca (belki de yüzlerce) görüntüye muhatap oluyor, maruz kalıyor ya da bile isteye şevk ile tercih ettiğimiz görsel metinlerin peşinden sürükleniyoruz. Sürüklenmek fiilini bilhassa tercih ettiğimi söylemem gerekiyor.
Her birimiz kişisel tarihimizde denetimsiz ve eşiksiz görsel metinlere maruz kalışımızın dönüm noktası olarak farklı zaman aralıkları verebiliriz. Benim için bu tarih Mart 2020 ile başlıyor. COVID 19 Pandemisi ile birlikte Avrupa ve Amerika’da insanlar evlerine kapatılmış iken evimizin penceresinden baktığımızda tanık olduğumuz ıssızlığın verdiği korkuyu başka bir pencereden, yani ekranlardan gelen görüntüler ve haberler ile gidermeye çalıştık. COVID 19 Pandemisi benim açımdan dijital devrimin yüzde 60’ının tamamlandığı bir döneme eşlik ediyor. Daha doğrusu dijital devrimin eşiğinin ve direncinin bütün dünya ahalisinin evlere kapatılması ile gerçekleştirildiğini düşünüyorum. Neden yüzde 60 gibi bir rakam verdiğime gelince... Dijital devrimde yolun yarısının geçildiğini rakam üzerinden görünür kılmak için. Malumunuz her türlü bilginin, duygunun ve zevkin rakamlar üzerinden tescillendiği bir dönemdeyiz.
Dijital devrimde yolun yarısı, uzaktan çalışma ve uzaktan eğitim aracılığıyla çoktan geçildi.
Günther Anders daha 1950’lerde ekran karşısındaki kişiyi, “gelişmemiş ev işçisi” olarak tarif etmişti (
İnsanın Eskimişliği
, 1. Cilt, s. 327). Anders’in ekran ile ilişkimizi tanımlamak üzere “Bir yere gitmiyoruz, olaylar ayağımıza geliyor” cümlesini sokakların insanlara kapatıldığı dönemde; aynı anda, aynı ekrana kilitlenmiş “gezegen ahalisi” olarak yakıcı bir şekilde idrak ettik.
Aytmatov’un Gün Olur Asra Bedel romanındaki Nayman Ana’nın mankurtlaştırılmış oğlu gibi kafamıza deve derisi geçirilmedi ama biz de kim olduğumuzu unutacak kıvama geldik uzun ekran mesaisi ile.
Hal böyle olunca 2023 yılında yönetmenler dünyayı nasıl kavramış ve anlatmış sorusu benim için önemli oldu.
2023 yılına ait iki filmi on gün ara ile izledim. İlginç bir şekilde her iki filmde de Jim Jarmush’un Paterson filmi ile duygu benzerliği ve zamanı idrak etme deneyimini gördüm.
Bu uzun girişin ardından size daha önce hiçbir filmine aşina olmadığım Finlandiyalı yönetmen Aki Kaurismaki’nin Fince “Kuolleet Lehdet/Ölü Yapraklar” ismini taşıyan, İngilizceye “Fallen Leaves/Düşen Yapraklar” olarak çevrilen filminden bahsetmek istiyorum. “Düşen Yapraklar” filmi 2023’ün en iyi filmlerinden kabul ediliyor.
Toplumun kıyısındaki iki işçinin, kadın karakter Ansa ile erkek karakter........
© Yeni Şafak
