menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Hem Atatürkçü hem de Müslüman olamaz mıyım?

17 1
13.04.2025

İzmir Bornova'nın Çamdibi Mahallesi'nde, mütevazı bir evde dünyaya gelmişim. Çocukluğum ve gençliğim, Almanya'nın para birimi D-Mark'ın en güçlü olduğu yıllara denk geldi.

1972'den 2007'ye kadar tam 35 yıl Almanya'da yaşadım. Bu yıllar içinde hem ailece taşındık hem de iş gereği farklı şehirlerde bulundum: Münih'ten Hamburg'a, Dortmund'dan Fulda'ya, oradan da Berlin'e...

Almanya'da neredeyse ayak basmadığım şehir kalmadı. İçim dışım "Almanya" oldu desek yeridir.

Münih'te 10 yaşındaydım. Evimizin önünde gümüş rengi, çift kapılı bir Ford Taunus dururdu. Nereye gitsek herkes "Sabuha" dinlerdi. Yılbaşı kutlamaları yapılırdı, biz de o kutlamaların bir parçası olurduk.

Oto tamircisi olmayı hiç istememiştim ama 18 yaşımda, üç yıl süren tamirci stajını başarıyla tamamladım. O dönemlerde, Türk gençleri için "Üniversiteye gitmelisin" anlayışı pek yaygın değildi. Biz de hayat okulunda, arkadaşlarımızla birlikte kendi dersimizi aldık.

Aklımı kurcalayan iki büyük soru vardı:

Türkler neden Almanya'da yaşıyor?

Ben neden Türkiye'de yaşamıyorum?

O yıllarda Türkçem oldukça zayıftı; haftanın günlerini bile karıştırıyordum. "Helal nedir, haram nedir?" pek konuşulmazdı. Ama "hınzır" (domuz eti) kesinlikle yenmezdi.

İş nedeniyle Berlin'e taşındım ve Osram fabrikasında gece vardiyasında çalışmaya başladım. Ampul üretiyorduk. 23 yıllık çalışma hayatım boyunca, birkaç ay hariç, işsizlik parası almadım. Hep çalıştım; "Türklüğe laf gelmesin" diye gayret ettim.

Osram'da yirmi yaşındaydım. Gece vardiyasında o kadar çok Türk vardı ki, kendini Türkiye'de sanırsın. Mutluydum. Türkler cana yakındı, halden anlıyordu, yardımseverdi. En önemlisi, kelimelere dökemediğim bir güven hissi veriyorlardı. Ama yine de herkes bir "kafesin" içindeydi sanki.

Almanlara karşı bir birlik vardı ama Türkler kendi aralarında dağınıktı. Tek ortak nokta vardı: Para.

Sonra Berlin Duvarı yıkıldı.

O dönem Ramazan ayıydı. Evimin tam karşısındaki Bedir Camii'nde ilk kez namaz kıldım. O kadar kalabalıktı ki neredeyse üst üste saf tutuyorduk. Ayakkabılarımı çıkarırken, "Acaba çıkışta bulabilecek miyim?" diye düşündüğümü hatırlıyorum. Heyecan, sabır ve mutluluk... Bu üç duygu gönlüme taht kurmuştu.

Berlin'den sonra tekrar çocukluğumun geçtiği şehir Münih'e döndüm. Kısa bir süre sonra babam sağlık nedenleriyle emekli olup Türkiye'ye kesin dönüş yaptı. Ben kaldım. Hristiyan Demokratlarla birlikte Münih'te yaşamaya devam ettim.

22 yaşındaydım. Postacıydım. Bisikletle mektup dağıtıyordum. İş güzeldi ama içimde bir mutsuzluk vardı. Her gün rahmetli Barış Manço'yu dinliyordum. Bir yandan da "Benim halim ne olacak?" diye düşünüyordum.

Bir gün babamın iş arkadaşı kapımı çaldı, Allah'ın dininden bahsetmeye başladı. Ama aynı zamanda Atatürk'e düşmandı. Bu beni derinden yaralamıştı.

Abdest almak bana iyi geliyordu. Arayış içindeydim. Bir gün bir arkadaş bana "Sen sağcı mısın, solcu musun?" diye sordu. Almanlarda bu ayrımı biliyordum ama Türkler için bir........

© Yeni Mesaj