menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yurt “Henüz Olmayandır”!

12 1
18.05.2025

Yurt Hakkı Üstüne

“Yurt hakkı” kavramına daha çok İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra rastlıyoruz. Alman hukukçu ve edebiyatçı Bernhard Schlink bu konuda şöyle der: “Bu hak insan hakkının ta kendisidir; özgürlük, eşitlik ve mutluluk gibi diğer bütün haklardan önce gelir. Tanınmış bir siyasi cemaate ait olma hakkıdır bu. Ve bu hak olmadan diğer hakların hiçbir değeri olmadığı gibi, iş ve aile yaşamı, bir evde ikamet etme, nahoş, can sıkıcı ve mahsurlu bir durum olarak kalır.”

Bernhardt Schlink’in bu saptamasının arkasında Hannah Arendt’in görüşleri yer alıyor. Ünlü siyaset felsefecisi, her insanın yurt hakkı olduğunu belirtiyor ve en temel hak saydığı “hak sahibi olma hakkından” hareketle, yurt hakkını başkalarıyla eşitlik temelinde, “sözün ve eylemin kıymeti olduğu bir toplum içinde yaşama hakkı” olarak tanımlıyordu.

İnsanın bir ilişkiler sisteminin parçası olması ve sadece eylem ve görüşleri temelinde muamele görmesi gerektiğini vurgulayan Arendt, her insanın ille de somut ve değişmeyen bir yeri değil, “dünyada bir yerinin olması önemlidir” diyordu.

Dünya insan eliyle, insanların dili, eylemi ve ortak işi yapma yetenekleriyle kurulan bir yerdir ve dünyada herkese yer vardır. Bu yer, insanın pasif olarak bulunduğu bir yer değil, kendi eylemiyle yarattığı, kendisine alan ve konum bahşedilen bir yerdir.

Bu anlamda yurt, insanların birbirlerinin özgürlüklerini ve haklarını eşitlik temelinde tanıyarak birlikte yaşadıkları yerdir. Böyle bir haktan mahrum bırakılan insanlar, eşitsizliğin ve şiddetin hüküm sürdüğü “doğal duruma” mahkum edilmiş olurlar.

Hannah Arendt, yurdu bir doğa veya coğrafya parçası, ya da “duygu-diyarı” olarak kavramaz. İnsanın eylemiyle, emeğiyle, katkılarıyla bağlandığı, bir anlatı ürettiği ve kendini evinde hissettiği yerdir. İnsan böyle bir yerde doğmuş olabileceği gibi, böyle bir yeri yurt olarak edinebilir.

Bir yerde yaşama hakkını kaybedenler veya bu haktan mahrum bırakılanlar, insanlıktan çıkarılmış olurlar. Bu yüzden Hannah Arendt, devletsiz ve yurtsuz kişilerin, mültecilerin yurt hakkından söz eder ve ulus-devletlerin insan haklarını yurttaşlık haklarıyla özdeşleştirip sınırlandırmalarına itiraz eder.

Yurttaş ile insanın eşitlenmesi sonucunda, özellikle iki dünya savaşı arasında milyonlarca insanın hiçbir hakka sahip olmayan homo sacer olmalarına yol açtı. Temel haklardan yoksun bırakılmış bu insanlar, hemcinslerinin şefkat ve merhametine terk edildiler ve yersiz-yurtsuz bırakıldılar.

Böyle bir dünyada Ubi Bene, İbi Patria, yani “nerede iyiysem orası yurdumdur” anlayışı yaygınlık kazandı ve gemilere doluşan insanlar kendilerine başka yurtlar aramaya koyuldu.

Bugün gördüğümüz mülteci hareketleri de aslında bir tür yurt edinme hareketleridir. Ve İkinci Dünya Savaşı’ndan önce totaliter rejimlerin hışmına uğrayan insanlar, bugün de aşırı sağın hışmına uğruyorlar ve yurt hakkından mahrum bırakılıyorlar...

Kıbrıs’ta Yurt Sorunu

İngiliz Sömürge yönetiminin başlangıcında Kavanin Meclisi’ne seçilen Ortodoks-Hristiyan ve Müslüman üyeler “sevgi ve sadakatle ortak yurt Kıbrıs’a” hizmet edeceklerini söylüyorlardı.........

© Yeni Düzen