Şehirleşmenin bizdeki görünürü
Cumhuriyet döneminin ilk yıllarından itibaren şehirleşmeyi medeniyet kavramı ile bir tutan yanlış anlamalar olmuştur. Ama bu anlama son on yıldır kırılma eğilimine girdi ve kovidden beri de şehirleşme bazıları için içinden çıkamadıkları bir ölümcül paradoks olduğu bariz bir şekilde ortada artık.
Bu paradoksun dışında olanları da ister istemez içinde oldukları bu toplumun iki uçlu sarkacın ucunda oradan oraya sallamaktadır. Türk toplumu cumhuriyetin ilanından sonra medeniyetleşmeyi batı tipi şehirleşmede aramıştır. Daha öncesi de var bu hikâyenin ancak biz şimdi o kadar uzun tutamayacağız. Toplumu iki ayrı eksene ayıran bir yapısal sürece nasıl gidildiğinin önemi de artık kalmadı. Ama şunu diyebiliriz ki şehirli ile köylü karşı karşıya gelmiştir. Alt yapı yoksunluğu, işsizlik, teknolojiye olan mesafe, eğitime ulan ulaşılmazlık ve sınıfsal yapıyı keskinleştiren bir takım Türkün anlama değerlerinin yani medeniyetinin yok sayılması neticesinde karşısına tek alternatif konmuştur; medeniyet ve şehir.
Sümerbank ve şehirleşme
Medeniyeti batı tipi şehircilikle eş tutan ideolojik tutumlar, atılımlar ve sanayileşme ile entegre haline gelen sosyalleşmenin en bariz örneğini Sümerbank projesinde bulabiliriz. Şehirli, okumuş ve devlet tarafından yurt dışına gönderilmiş ağırlıklı medeniyet kavramının batıdan geldiğine ayet gibi inanan kişilerin kurduğu veya onlara kurdurulduğu bu yapılaşma uzun süre şehirleşmenin de sınıfsal yapısını oluşturdu. Yukarıda saydığım nedenlerle şehirlere göçenler Sümerbank başta olmak üzere benzeri projelerde bir sınıfın çalışanı oldular. Yılbaşı baloları, içkili toplantılar, danslar, kuaförler, terziler, spor müsabakaları ve sanayi üretiminin çalışanlarına uzak ama sınıf atlamak ve medeniyetleşmek için de zamanla inandıkları bir dünya olmuştur Sümerbank. Mühendis, teknik adam ve kurucu olmadıkları bu projenin işçisi, bekçisi, temizlikçisi, aşçısı olan köylünün içinden zamanla sınıf atlayanlar da oldu. Ama onlar genellikle bekçinin oğlu veya kızıydılar. Sümerbank büyük bir medeniyet örneği oldu köylü yaşamının içinde debelenenlere.
Sonrası malum
Müteahhit furyası ve köyden kente jet göçler, kapıcılık kurumu ve bütün köyün İstanbul’a gelmesi, terör ve yeni dalga göçler şehirde mutluluğu arayan ama bir türlü bulamayan Anadolu insanı ile doldu. Anadolu irfanını İstanbul’a getiremediler. Sılai rahim için gittiklerinde de köylerinde bulamadılar. Git zaman gel zaman bugün İstanbul başta olmak üzere işin içinden çıkılamaz bir çarpık betonlaşma ve şehrin tarihi dokusu üzerine karabulutlar gibi çöken her geçen gün daha da uzayan gökdelenler şehirciliği oluşturdu. İstanbul toplumu ekseriyeti saraydan çıkma memuru ile esnafı, gayrimüslim İstanbullusuyla bir medeniyetin izlerini üzerinde taşırken bir anda üzerine gelen plansız göçlerle metamorfoz bir yapıya dönüştü. Bir kesim kendini korumak adına Anadoluluyu baştan aşağıya küçümsedi. Onların belirli yerlerde tutulması daha iyi olacağı için gettolar oluştu. Bu gettoların da kendine has sosyalleşmesi oldu.
Minibüs dolmuşa karşı
70’lere kadar yanlış hatırlamıyorsam ortada olmayan minibüsler bu tarihten sonra gettoların toplumsal taşıma aracı oldu. Orhan baba, Ferdi baba, Müslüm babaların temsil ettiği Anadoluluların büyükşehirdeki mahallelerinin birer taşıyıcısıydılar. Eskiden çıtı pıtı medeni hanım ve beylerin bindiği kibar şoförlerin sürdüğü dolmuşlar zamanla tarihe karışınca o hanımlar beyler de yok oldular. Cumhuriyet ile yanlış anlayışlar nedeniyle medeniyetin taşıyıcısı şehirler olamadılar. Toplum hem şehirde hem de Anadolu’da kimliğini bir şeye dönüştürdü. Aslında rüzgârın önündeki yaprak misali heybesinde taşıdığı kalan son kırıntı değerlerle bir şeye dönüştü. Bu konu daha çok su götürür ama sonuca keskin bir şekilde bağlamak gerekirse son cümlelerim şunlar olabilir. Neticede medeniyet ne apartmandır ne de suyun musluklardan akmasıdır. Medeniyet binlerce yıllık değerlerin damıtıla damıtıla ibadethaneye, binaya, medreseye, çarşıya, ilime, selamlaşmaya, oturmaya- kalkmaya, yemeye- içmeye kadar iğneden ipliğe maddeden manaya kısacası her unsura taşıyan; hayallerin ve düşüncelerin neticede de yaşamda hayatiyetini sürdürmektir vesselam.
Suriye eğitim müfredatında şehit olmak
Suriye’nin özgürlüğüne kavuşmasının ardından Suriye milli eğitim müfredatında Osmanlı devletinin işgalci olarak yer aldığı metinler değiştirildi. İşgal kelimesi yerine fetih kelimesi getirildi ki bu doğru bir karardı. Zira fetih gönüllü yönetim altına girmek diğeri yani işgal ise zorla ele geçirerek oradaki halkın hem kültürel hem de ekonomik tüm haklarını gaspetmek anlamına gelir. Diğer konu ise müfredatta şehadet kavramı için yapılan değişikliktir. Bu konu işte bizim Türk varlık anlayışımızdan farklı olmuş. Şehadet için daha önceki müfredatta vatan savunması yazarken yeni müfredatta Allah için ölmek diye düzeltilmiş. Oysa bizim Türk İslam geleneğinde vatan için ölmekle Allah için ölmek arasında bir fark yoktur. Çünkü vatanı için ölenler inancı için, bayrağı için ve namusu için ölürler ve bizde bunun karşılığı da şehadettir. Burada ikircikli bir anlayış olmuş. Hristiyan bir Suriyeli de vatanı için savaşsa bu Allah içindir. Bizde vatan ve Allah birbirinden ayrı iki kavram değildir. İşte Türkün İslam anlayışı yaratılmış her şeyin Allah’ın esması olarak görmesi ve öyle muamele etmesidir. Bu da Türkün kurduğu tasavvuf ocaklarıyla mümkün olmuştur.
O seni görüyormuşçasına
İki satır şiir oku bağıra bağıra. Geç aynanın karşısına bak kendine. Gör cemalini nasıl yaratmış yaratıcı, seni kendinden. Nergisler çıktı, süslüyor........
© Yeni Birlik
visit website