Anahtar Kelimeler-22 (Vahiy-İlham)
Vahiy, sâdece Allâh’ın elçisi olarak seçtiği kişilere, Cebrail (a.s.) vâsıtasıyla gönderdiği mesaj olarak tanımlanabilir. Allâh’ın elçisi olmak ve bu mesajı alabilmek, bir insanın çalışarak elde edebileceği bir makam ve kabiliyet değildir. Bu mesaj, onu alan peygamberin dilinden dökülmeden diğer insanların algılayabileceği, duyabileceği, anlayabileceği bir şey değildir. Bu mesajı Allâh’ın insanlar arasından nebi veya resûl olarak seçtiği kişi algılar ve dillendirir. Bu, fizikî bir işitme meselesi değildir ama nebi veya resûl bir irâde ortaya koyamaz. Yâni bölmesi, kesip eksiltmesi, ekleyip uzatması mümkün değildir. Kur’ân-ı Kerîm üzerinden örnek verirsek, bir sûreyi oluşturan âyetlerin o sûre içindeki sırası vahyin bütünlüğü içindedir. Ama Kur’ân-ı Kerîm’deki âyetlerin vahiy olarak, nuzül (geliş) sırası günümüzdeki Kur’ân-ı Kerîm tertibindeki sırada değildir. Ardışık olarak nâzil olan âyetlerin yerleri farklı sûrelerde olabilir.
Allâh’ın hitâbı olan vahye muhatap olan peygamberleri sıradan insanlardan ayıran en büyük fark, peygamberler kalplerine doğan, akıllarına gelen – ya da nasıl ifâde edersek edelim – şeyleri ilâhî bir vahiy mi yoksa insânî bir ilhâm mı olduklarının ayırdına varabilmeleridir. Günlük ifâde ile söylersek, peygamberlere birer şifre çözücü (İngilizce ifâdeyle “decoder”) verilmiştir. Ama tıpkı sıradan insanlara gelen ilhâmın yeri ve zamânı insanın kontrolünde olmadığı gibi, vahyin de yeri ve zamânı peygamberlerin inisiyatifinde değilidir. Nuzül sebepleri olan âyetler olsa da bunlar, Kur’ân-ı Kerîm’in bütünü içinde küçük bir yer tutmaktadır. Sayıları tartışmalı olsa da dört yüz civârında âyetin sebeb-i nuzülü bilinmektedir. Ancak yine de birçok sebeb-i nuzül, Abese Sûresi’ndeki kadar ney değildir. Peki Müslümanları düşündüğümüzde Peygamber Aleyhisselâm’a vahiy gelmesiyle, bize ilham gelmesi arasında bir râbıta kurulabilir mi? Sorunun yanlış anlaşılmaması için şöyle de sorabiliriz: Peygamber Aleyhisselâm, kendine gelen vahyi yok farz edemezken, biz bize gelen ilhâmı dikkate almayıp hebâ edebilir miyiz? Ya da şöyle sorayım: Biz bize gelen ilhâmın bizim hayâtımızda neye karşılık geldiğini, hangi sebeple bu ilhâmın geldiği/gönderildiği konusunda tefekkür etmeme lüksümüz var mı? Bunu yapmak, ilhâmı ziyan ve israf etmek olmaz mı? Vahyi tebliğ etmeyi Peygamber’in görevi ve sünneti olarak düşünürsek, O’nun ümmeti olarak Müslümanların kendilerine gelen/gönderilen – ve hak ve helâl bir konuda ise lütfedilen – ilhâmı önce ümmete sonra da tüm insanlığa aktarması, sünnetin örnek alınarak yapıldığı bir eylem olmaz mı? Elbette vahyin hiçbir müdahale yapılamayacak derece mükemmel hâlde gelmiştir. İlham ise üzerinde çalışılan bir konuda bir noktaya gelip daha........
© Yeni Birlik
