menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Gündemi paylaşmaktan mı, payımıza düşenden mi mesulüz?

11 1
22.04.2025

Her ne kadar İstanbul’da olsam da aklım Yalova’da. Babamı ve kardeşimi düşünüyorum. Babam her dönüşümüzde çok mahzun oluyor, boynu bükülüyor. “Gel” diyoruz gelemiyor. Değişiklik istiyor, ama yaşlılık o da evinden kopamıyor.

Bu bölünmüşlük canımı sıkıyor. Çözümü oraya taşınmak ya da babamı devamlı bizde kalmaya ikna etmek. Her ikisini de yapamayınca biraz Yalova biraz İstanbul’da derken hayat akıp geçiyor.

Bayram ve sonrası iki vefat haberi ile üzüldük. Köyümüzün iki değerli insanı bir hafta ara ile ahirete göç eyledi. Zaman; size ait olan şeyleri bazen sessiz, bazen tokmak gibi vurarak alıp götürüyor. Yaşlanmak demek; daha çok vefata şahit olmak, sarsılmak üzülmek, etrafının hep azalması demek. Dünyanın albenisi cilâsı her geçen gün daha bir soluyor gözümde.

“Ahiret inancı olmayan ne yapıyor?” diyorum her seferinde. Kadere teslim olmayan ne hâlde?

Mutluluk denilen şey, huzur, teselli,kanaat, rıza ancak inançla mümkün. Dünya bizi üstünden atmaya çalışırken devekuşu misali akıbeti görmemek için başımızı kuma gömmek olmaz, ama akıbeti görüyorum diye yasa teessüre gark olmak da abes.

“Hoştur bana senden gelen,

“Ya hil’at-ü yahut kefen,

“Ya taze gül yahut diken,

“Kahrın da hoş lütfun da hoş.

“Gerek ağlat gerek güldür,

“Gerek yaşat, gerek öldür

“Âşık Yunus sana kuldur”

“Kahrın da hoş lütfun da hoş” demeli Yunus gibi.

Ölümün hayat kadar sıradan olduğu Gazze’nin hâlinden, herkesin........

© Yeni Asya