Keramet haktır -2
Keramet lügavî olarak, “iyi ve ahlâklı olmak olmak”; terim olarak da, “Allah’ın takvalı, salih ve velî kullarından zuhur eden olağanüstü haller” diye tarif edebiliriz.
Mucize ile keramet birbirine benzerse de mucize peygamberlere, keramet velilere mahsus olup her ikisi de Allah’ın (cc) fiilidir ve kerametler aslında Efendimizin (asm) mucizelerinin tereşşuhudur. Onun için Üstad Ondokuzuncu Söz’de Efendimizin (asm) manevî azametini anlatırken “Her bir davasını mu’cizatlarına istinad eden bütün enbiya ve kerametlerine itimad eden bütün evliya tasdik edip imza ediyorlar” tabirini kullanıyor.1
Yani kullar vesiledir; mu’cize, keramet Allah’ın (cc) işidir. Demek bir ihtiyaca binaen o sevdiği kulunu vesile etmiştir.
Keramet de, başlıca iki kısma ayrılır:
Maddî, kevnî (surî) kerametler dışarıdan gözlemlenebilen olağanüstü hallerdir. Tayy-ı mekân, havada uçmak, denizde yürümek, akıldan geçeni bilmek, nimetin bereketlenmesi, darda kalanın yardımına yetişmek, hastalara şifaya vesile olmak... Yani “Kul bunalınca Hızır” yetişir kabilinden.
Hakikî (ilmî ve manevî) kerametler. İlim, marifet ve takvadan olan üstün meziyetlerdir ve en üstünü ilmî keramet olup 27 derecesinden bahsedilir. Bunlar dışarıdan anında gözlemlenmese de kısa veya uzun vadede gerçekleşir. Hz. Ali’nin 500 sene önceden Hülagü’nün zulmünü söylemesi gibi. Onu da elbet........
© Yeni Asya
