İman ve imkân
Yani iman, bütün imkânsızlıkları bertaraf edip mümkün kılmaktır. Diğer bir ifade ile, imkânsızlığı yok etmektir. Çünkü Cenab-ı Hak Alîm-i Külli Şey ve Kadîr-i Külli Şey olunca, bunun istisnası olamaz.
Münkirlere göre meseleler; mümkün ve muhal diye ikiye ayrılır. Bu ayrım insana nispeten yapılan bir ayrım veya tasniftir. Allah (cc) için mevzu bahis olamaz. Yani işin içine iman girince muhal diye bir şey kalmaz. Meselâ:
Peygamberlere iman şerefine nail olan birisi o muhalin nasıl mümkün olduğunu görerek imana gelir zaten. Aynen Fahr-i Cihan Efendimize de, inanabilmek için bazıları, muhalleri mümkün kılmasını söyledi. Efendimiz de (asm) “İsteyin ne istiyorsanız” buyurdu. Onlar da, ”Şu ağaca emret gelsin” dediler. Efendimiz (asm) emredip de ağaç gelince ”Bu yerdendi, bir de gökten, yani daha ulaşılması imkânsız yerden olan ayı ikiye ayır” dediler. Efendimiz (asm) sadece mübarek şehadet parmağı ile işaret etti ve ay da ikiye ayrılınca nasiyesi temiz olanlar orada imana geldi; fakat vicdanı zulümden nasır bağlayanlara bu iman nasip olmadı. Çünkü Cenab-ı Hak “Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez”1 (Âl-i İmran: 86) buyuruyor ki bu mealde Kur’ân’da birçok ayet-i kerîme vardır.
Evet, aynı zamanda iman bir imtihan ve bir imtiyazdır. Elmasla kömürü, hakla batılı ve dalâletle hidayeti ayırır. Onun için “Hidayet senden olmazsa dirayet neylesin ya Rab; Arapça bilse ne, Ebu Cehle ayet neylesin ya Rab” denmiştir.
İşte bu gibi sırlardandır ki mü’minler mutlu ve bahtiyar, münkirler mutsuz ve bedbahttırlar. Çünkü iman, imkândır. Onların bu tesellîden nasibi........
© Yeni Asya
