Konuşan bahar
İşte, tan yeri kızıla çaldı bile. Hafif pembe, sarı renkli ışık hüzmeleri tabiatın başını okşar gibi nazeninane yayılmaya başladı. Müşfik bir anne edasıyla yeryüzüne merhamet yağmış gibi, bir gün öncesinden yağan bahar yağmuru yeryüzünü cilalamışçasına her şey ışıl ışıl parıldıyor.
Bitkilerin üzerinde yağmur damlaları ile buluşan güneşin ışınlarının muhteşem cümbüşü görülmeye değer bir manzara. Derken kırmızı gülün yaprağından bir şebnem usulca yuvarlanıyor.
Her şey çok güzel. Dingin bir sabah. Kumruların guguk sesinden bahar sabahı olduğu belli. Bir de serince esen bir bahar yelinden anlıyoruz. Yavaş yavaş yükselen güneş, ortalığı ısıtmaya başladı. Pırıl pırıl masmavi bir sema. Gökyüzü denizinde süzülen bir martıyı kıskanıyorum. Özgürlük duygumu kamçılıyor âdeta. Sağdan soldan gelen çiçek rayihaları genzimi dolduruyor. Beyaz bir kelebek hafifçe başımın üzerinden geçiyor. Yüreğimde bir heyecan, sessizliğin muhteşem sesini dinliyorum. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes alarak ciğerlerime mis gibi gül kokusu doluyor.
Güller… Kırmızı, beyaz, sarı, pembe, ebruli... Rengarenk güller... sanki bu dünyaya ait değiller. Dünyanın kirinden uzak, kötülüğünden ırak, öylesine saf, berrak, masum güzellikler...
Ahh işte, taşlı patika yolun kenarında başını kaldırmış kırmızı gelinliğiyle gülümseyen bir gelincik! Ne kadar da nahif, nazenin, sanki Cennet davetiyeleri...
O da ne! Otların arasında baygın baygın bakan........
© Yeni Asya
