Kabe Merkezli Bir Ortadoğu’nun Anahtarı Bediüzzaman’da
Bütün dünyada, insanlığın seyrini değiştirebilecek yeni krizlerle karşı karşıya olduğumuz hususunda neredeyse herkes hemfikir durumda. Sosyo-ekonomik krizler, savaşlar ve göçler birlikte, kendi varlığını başkasını yok etmek üzerine kurgulayan aşırı milliyetçi dalgalanmalar ve demokrasileri tehdit eden otoriter yönetimler, müreffeh bir dünyayı arzulayan insanlığın huzurunu kaçırıyor. “Yeni Dünya Düzeni” adı altında güçlünün haklı olduğu, masuma yaşama hakkının tanınmadığı yeni sistem oluşturma gayretleri karşısında, vicdan-ı umumînin nasıl harekete geçirilebileceği, insanlığı tehdit eden krizlerin nasıl aşılabileceği bugünlerde cevabı en çok merak edilen sorular arasındadır.
Dünya nereye gidiyor, insanlığı nasıl bir gelecek bekliyor?
Devletler milletler muharebesinin tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevkî edeceği sözleriyle aslında bugünlerin tarifini yapan Bediüzzaman Said Nursî, ahirzaman mücadelesinin adalet-zulüm, hürriyet-istibdat, hidayet-dalâlet taraftarları arasında geçeceğini çok önceden tespit etmiş ve asrın müceddidi olarak insanlığı sahil-i selâmete ulaştıracak çözüm yollarını da göstermiştir. Dünyanın manevî bir buhranda olduğunu söyleyen Bediüzzaman, bugün her alanda yaşadığımız problemlerin temel kaynağının insanlığın mesh-i manevîsine yol açan imansızlık cereyanları olduğunun farkındadır. Bu yüzdendir ki tüm mesaisini iman üzerine teksif eden Bediüzzaman, insanlığın manevî krizlerinin çözülmesiyle birlikte insanlığı karanlık çukurlarda bırakmak isteyen toplum mühendisliklerinin çatışmacı-ayrıştırıcı fikirlerinin tarihin nisyan çukurlarına atılacağının da şuurundadır. O yüzdendir ki onun İslâm âleminin yaşadığı krizlere ilişkin çözüm tekliflerinin biricik kavramı da imandır ve kurtuluş “iman merkezli” projelerdedir. Bu bağlamda Bediüzzaman’ın bir medeniyet projesi olarak da tanımlayabileceğimiz Medresetüzzehra’sı, hürriyet manifestosu olarak niteleyebileceğimiz Münazarat’ı, İslâm dünyasının gelecek tasavvurunu her yönüyle ortaya koyan Hutbe-i Şamiye’si insanlığın geleceğini aydınlatan, kaynağını Kur’ân’dan alan, iman merkezli projektörler olarak muhtaç hâlde bekleşen insanlığa yansıtılmayı beklemektedir.
Hürriyet âşığı Bediüzzaman’dan Hürriyet Manifestosu: Münazarat
Bediüzzaman Said Nursî’nin “Azametli bahtsız bir kıtanın, şanlı talihsiz bir devletin, değerli sahipsiz bir kavmin reçetesi” olarak tanımladığı Münazarat, yazıldığı dönemi aşarak bugün de çözmeye çalıştığımız günümüz meselelerine ışık tutan dev bir eserdir.
Tedennî-i milletten ciğeri yanmış bir Bediüzzaman… Henüz çok genç yaşlarda, Bediüzzaman lakabıyla meşhur olmuş bir İslâm âlimi olarak İstanbul’dadır. Cehalet, zaruret ve ihtilaflarla boğuşan İslâm milletlerinin derdine çare bulmak, doğup büyüdüğü coğrafyanın belini büken hastalıkları yok etmek arzusuyla yollardadır, hem de elinde çağını aşan bir üniversite projesiyle…
Kendisine İstanbul’a neden geldiğini soranlara “Evvel Şarkta fenalığın sebebi, Şarkın uzvu hastalanmış zannediyordum. Vaktâ ki, hasta olan İstanbul’u gördüm, nabzını tuttum, teşrih ettim; anladım ki, kalbindeki hastalıktır, her tarafa sirayet eder” sözleriyle karşılık veren Bediüzzaman, asrın manevî doktoru olduğunu ihsas edercesine dönemin bütün meselelerine hassasiyetle eğilir ve milletin kalp hastalığını tedavi edecek reçetelerini sunar.
Namık Kemal’in “Ne efsunkâr imişsin âh ey didâr-ı hürriyet / Esir-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretden” diyerek aşkını ilân ettiği hürriyet; Bediüzzaman’ın tahakküm, muamele-i keyfiye, kuvvete dayanan bir cebir ve rey-i vahid olarak tarif ettiği istibdat elinde ürkmüş, millete küsmüş ve güzel yüzünü milletten gizlemiştir.
Bediüzzaman İstanbul’a geldiğinde kendini hürriyet, istibdat, meşrutiyet kavramları etrafında yapılan tartışmalar içinde bulur. Hürriyet ile özdeşleştirilen Meşrutiyet’i İslâm’a uygun görmeyenlerin karşısına dikilen Bediüzzaman’ın hürriyeti imanın hassası olarak tarif etmesi ve Meşrutiyet’e şer’î delillere dayanarak sahip çıkması, İslâm âlemini bugün de rahatlatan bir yaklaşımdır. Bununla birlikte “İmandan gelen hürriyet-i şer’iye iki esası emreder: …Tahakküm ve istibdat ile başkasını tezlil etmemek ve zillete düşürmemek, ve zâlimlere tezellül etmemek...” sözleriyle Nebevî tavrı da ifade eden Mü’mince bir duruşu tarif eden Bediüzzaman, hürriyet mücadelesiyle bu topraklarda hürriyete ilişkin değerlerin yeniden filizlenmesine vesile olmuştur.
Bediüzzaman’ın 1910 yılı başlarında Meşrutiyet’i anlatmak için çıktığı “Şark seyahati”nin gayesi de hürriyet-i şer’iye esasları çerçevesinde oluşacak bir Meşrutiyet’i anlatmaktır. Münazarat da bu seyahatin bir ürünüdür.
Bugün de tartıştığımız hürriyet, istibdat, meşrutiyet, adalet, geri kalmışlık, azınlıklar ve Ermeni meselesi, eğitim, milliyetçilik ve Kürt meselesi çerçevesinde değerlendirilebilecek hususlar eserin ana muhtevasını oluşturur.
Münazarat’ta........
© Yeni Asya
