menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Zulme başkaldırının adı 3 Mayıs 1944 Türkçüler Bayramı

35 4
03.05.2025

Zulme başkaldırının adı 3 Mayıs 1944 Türkçüler Bayramı

Halit Kanak

Batılılaşma uğruna, batı medeniyetini meydana getiren eski Yunan ve Latin kaynaklarına inilmesi gerektiğini savunan dönemin millî eğitim bakanı Hasan Ali Yücel 17–29 Temmuz 1939’da toplanan Birinci Maarif Şûrâsı’nda Latince ve Yunanca’nın liselerde okutulması gerektiğini söyleyince, 1940–41 öğretim yılı itibariyle bâzı liselerin birinci sınıflarında Latince, ikinci ve üçüncü sınıflarda ise Yunanca okutulmaya başlanmıştı.

Bir taraftan da Kur’an okuma ve öğretme yasağı ile Türkçe ezan okumayıp, Türkçe namaz kıldırmayanlara uygulanan cezâi müeyyide bütün hızıyla devam ediyordu. Kur’an öğreten ve öğrenenler sürgünlere gönderiliyor, hapis ve para cezalarına çarptırılıyordu. Bu yetmezmiş gibi komünizmle birlikte dinsizlik propagandası almış başını gidiyordu. Bu asil milletin evlatları büyük bir baskı altına alınmış, zorla dayatılan kurallara uyması isteniyordu.

Diğer taraftan yoksul halka konan vergileri toplama adına tahsildarlar ile jandarmalar köylülere göz açtırmamakta, tavuğunu, keçisini alıp gitmektedir. 5 teneke buğday için mahkemelere verilen köylünün buğdayı, muhafaza edecek yer olmadığı için istasyonlarda çürümeye terkediliyordu.

O günlerde gazete sayfalarında şu tür haberler eksik olmuyordu; çeşitli illerde 35 kişi gizli bir surette Arap harfleri ile tedrisat yapmak suçundan yakalanıp adliyeye sevk edilmişlerdir. Gaziantep’te 50 yaşlarında bir kadın evinde gizlice eski usül ile çocuk okuturken suçüstü yakalanarak, aramada ele geçen 3 adet mevlüt, 25 adet Amme cüzü, 10 Elif cüzü, 5 adet Tebâreke cüzü, 7 adet Kur’an-ı Kerim ile birlikte mevcuden mahkemeye sevk edilmiştir.

Yine Çankırı’da iki gözü âmâ birisi, Kastamonu’da bir kadın, Isparta’da muhtelif şahıslar, Bursa’da bir şahıs, Urfa’da dükkanında Arapça harflerle basılmış Elifba, Amme, Tebareke cüzleri satan bir şahıs, Giresun’da kânûni vazifesini yapmamaktan muhtar ve ihtiyar heyeti üyeleri, Konya’da bir köy imamı, Rize’de bir mahalle imamı adliyeye sevk edilerek muhtelif cezalara çarptırılmışlardır vs…

Bu tür olayların artması üzerine Türkiye’nin Diyanet İşleri Reisi Mehmet Şerefettin Yaltkaya 1942 yılında başta İstanbul Müftülüğü olmak üzere müftülüklere bir yazı göndererek, bu tür faaliyetlerin yasak olduğunu belirterek gereğinin yapılmasını isterken, dönemin içişleri bakanı da bölge umum müfettişlikleri ile mülkî âmirlikleri uyarmaktaydı.

(Mehmet Şerefettin Yaltkaya; 1934’de Kur’an’ın Türkçe tercümesinin namazda okunabileceğine dair bir metin kaleme alan, Hasan Ali Yücel’in yakın arkadaşı ve 19 Kasım 1938’de 11 kişiyle Atatürk’ün Dolmabahçe’de cenâze namazını kıldıran kişi. Sayın Murat Bardakçı’nın ifâdesiyle Makbûle Hanımefendinin “namazı kılınmadan buradan dışarı çıkartmam” diye feryat etmesi üzerine Ankara’nın telefonla “kimseye duyurmadan bir köşede kılınsın” talimâtıyla Mehmet Şerefettin Yaltkaya “Tanrı uludur” tekbirlerleriyle başladığı namazı “esenlik üzerinize olsun” diyerek sağa ve sola selam vermesiyle cenâze namazını tamamlamıştı.)

Hiç bir hoca, âlim, ûlemâ sesini çıkaramıyor, içine akıttığı gözyaşlarıyla kabuğuna çekilmiş gelişmeleri izliyor, topraklarımız işgâle uğrasa bu kadarını yapamazlardı; Maraş, Antep, Urfa’da yapmaya kalktılar pişman oldular bu bize revâ görülmemeliydi diyerek bir kenarda sessizce oturuyorlardı. En çok da, 1924 Anayasası’nın 2’nci maddesinde yer alan “Türkiye Devleti’nin dini İslâm’dır” hükmünün 10 Nisan 1928 yılında çıkarılmasına içerliyorlardı. 1937’de Anayasa’ya konan Lâik’lik ilkesi bile dîni inançlarını serbestçe yaşanmasına yetmedi.

Ancak; bu duruma sessiz kalmayanlar, kalamayanlar da vardır ve ortaya çıkmaları elzem olmuştur. Kimilerinin Türkçü diyerek (Türkçü olmak vatanını, milletini, dînini canından çok sevmektir) itibarsızlaştırmaya çalıştıkları bu yiğit insanlar, tabutlukları, işkenceleri göze alarak zulme boyun eğmeyen........

© Yeni Akit