Duvarların ardında gizlenen hikâyeler
Duvarların ardında gizlenen hikâyeler
AHMET CAN KARAHASANOĞLU
Sıradan bir İstanbul günü sanmıştım. Yanılmışım.
Melankoli yüklü bir duygu hâliyle başladı her şey. Şehrin en dar, en yoksul sokaklarından birinde, alışıldık çocuk çığlıklarının yankılandığı bir ana tanıklık ediyordum. O hıçkırıklı sokaklar, çocukluğumun hüzünle gömülü anılarını tetikledi. Hatırlanmak istenmeyen anılar bir mezara benzer. Bilinçaltıydı o mezar; kazma şuur, kürekse hatıralardı.
Yoksulluğun, acımasızlığın ve fiyakalı buhranların iç içe geçtiği tuhaf zamanlardı. Hayatın anlamını ilk kez sorgulamam, zenginle yoksul arasındaki o derin uçurumu fark ettiğim zamanlara denk düşüyor. Ve yine, sanki 35 yıl öncesine ışınlanmış gibiydim.
O daracık sokakta, kapı aralığından görebildiğim kadın altı çocuğuyla aynı anda ilgilenmeye çalışıyordu. Biri ağlıyor, biri tepiniyor, biri süt istiyor; diğeri başka bir çocuktan öğrendiği küfrü heyecanla tekrarlıyor… Dostoyevski’nin romanlarından fırlamış bir sahne gibi. Kâbusun sıradanlaştığı anlar.
Kapıdan içeri girdim. Bir göz odada altı çocuk. Adını kimsenin bilmediği bir kadın, sabırla çocuklarına yetişmeye çalışıyor. İçeride bir masa, iki........
© Yeni Akit
