Çürüyen Düzenin Ortak Kaderi
Endonezya, Nepal, Fransa, Arjantin ve Türkiye Sarayların Çöküşü, Halkın İktidarı
Eylül 2025’te Endonezya’da başlayan kitlesel isyan, aynı günlerde Nepal’de kraliyet sarayının ateşe verilmesiyle yan yana geldi. Fransa’da bütçe kesintilerine karşı yükselen genel grev dalgası hükümeti düşürdü. Arjantin’de halk, Milei’nin neoliberal yıkım programını sandıkta yırtıp attı.
Coğrafyalar farklı olsa da tablo ortaktır: Çürüyen otoriter rejimler, derinleşen yoksulluk ve halkın sabrının tükenişi. Bu yalnızca “yerel” krizler değil, kapitalizmin çevresinde giderek yapısallaşan çöküş dinamiğidir.
Endonezya’da parlamento binasının ateşe verilmesi, yalnızca bir yapının yakılması değil, çürüyen düzenin sembolik tasfiyesiydi. Nepal’de sarayın yanışı, yüzyılların egemenliğine karşı tarihsel bir kopuştu. Fransa’da milyonlar sokakları doldurarak hükümete “Her Şeyi Durdur” dedi. Arjantin’de ise liberallerin alkışladığı sahte “başarı hikâyesi” çöktü. Türkiye’de kayyumlarla gasp edilen belediyeler, il yönetimleri, rejimin çıplak zor aygıtı haline geldi.
Kapitalizmin çevresinde “demokrasi” adıyla inşa edilen rejimler, krizler derinleştikçe işlevsizleşiyor ve hızla otoriterleşiyor. Endonezya’da Suharto diktatörlüğü 1998’de böyle çöktü. Türkiye’de 1980 darbesi sonrası kurulan neoliberal düzen, Erdoğan’ın tek adam rejiminde bataklığa dönüştü. Nepal’de monarşi halkın öfkesine dayanamadı.
Ders açıktır. Düzenler güçlü göründükleri anda değil, meşruiyetlerini yitirdikleri anda çökerler. Saraylardan yükselen alevler, halkın kendi zamanının geldiğinin harlı işaretidir.
“Saraylar saltanatlar çöker,
Kan susar bir gün,
Zulüm biter.”
— Adnan Yücel
Ekonomik Adaletsizlikten Patlayan İsyan
Her büyük isyanın merkezinde ekonomik kriz vardır. Endonezya’da halkı sokağa döken parlamenterlerin cömert ödenekleri yalnızca semboldü. Asıl mesele, işsizlik, borç yükü, enflasyon ve neoliberal yağmaydı. Motosikletli kuryeler ve gündelik işçiler, isyanın öncü gücü oldu. Bu, yeni bir proletaryanın doğuşudur, güvencesiz, örgütsüz ama kentsel hayatın damarlarında akış sağlayan emekçiler.
Türkiye’de tablo farklı değildir. En yoksul yüzde 50’nin payı, en zengin yüzde 10’un çok gerisindedir. Üniversite mezunları işsiz, emekliler aç, işçiler taşeron köleliğe mahkûm. Borçlu çiftçi traktörünü satmak zorunda, kent yoksulu barınma krizinde boğulmaktadır.
Buna şimdi 2026–2028 Orta Vadeli Program (OVP) eklendi. OVP’nin özü şudur: Halktan kesilecek trilyonlarca liralık vergi faiz lobisine aktarılacak, emekçilerin maaşları zorunlu kesintilerle budanacak, köprüler ve otoyollar satılacaktır. Halkın boğazından kesilen lokma, sermayenin kasasına akıtılmaktadır.
Tarih aynı dersi tekrarlar. 1789’da ekmek kıtlığı, 1917’de “barış, ekmek, toprak”, 1989’da Doğu Avrupa, 2011’de Tunus ve Mısır, 2013’te Gezi.........
© Yarın Haber
