CHP’de sosyal demokrasinin hakim olması
Yıldırım Koç yazdı…
Türkiye’de günümüzde siyaset alanında en büyük yanılgılardan veya aldatmalardan biri, sosyal demokrasiyi Atatürkçülüğün veya Kemalizmin çağdaş biçimi olarak algılamak veya sunmaktır. Gerçekte, Atatürkçülük, insanın insanı sömürmediği, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya doğrultusunda, Türkiye’ye özgü bağımsızlıkçı ve milliyetçi bir toplumcu düzen kurma mücadelesidir. Sosyal demokrasi ise, son 100 yıllık dönemde, emperyalizmin iyi polisidir; başka ülkelerin sömürülmesi temelinde kendi ülkesinde halkın çalışma ve yaşama koşullarını bir parça geliştirme çabasıdır; emperyalist ülkelerin işçi sınıflarının emperyalizmi ve kapitalizmi destekledikleri bir dünya görüşüdür.
Emperyalist ülkeler açısından Türkiye’de Kemalizm yerine ilerici görünümlü ve emperyalizmle çatışmayan ve hatta işbirliği içinde olacak sosyal demokrat bir hareketin geliştirilmesinin amacı dönemlere göre değişti.
1945-1980 döneminde dünyada Soğuk Savaş yaşanıyordu. Emperyalistler, Soğuk Savaş’ta en geniş anti-komünist cepheyi kurmaya çalıştı. Sosyal demokratlık, ülkedeki ilerici unsurların özgürlük, demokrasi gibi kavramlar etrafından anti-komünist cephede kontrol altına alınmasını amaçlıyordu. 1945-1965 döneminde Türkiye’de bilimsel sosyalizm yanlıları güçlü değildi. Ancak özellikle 1965 yılından itibaren Türkiye’nin dış politika seçeneklerini çeşitlendirme ve Sovyetler Birliği ile ilişkileri geliştirme çabalarının ve 1965 milletvekili genel seçimlerinde TİP’in başarısının ardından bir yerlerden düğmeye basılmış gibi “sosyal demokrat” örgütlenmeler gündeme geldi. Türkiye’de 1965-1980 döneminde ilerici güçlerin anti-emperyalist cepheden koparılarak anti-komünist cepheye eklemlendirilmesinde kullanılan araçlardan biri “sosyal demokrasi” idi. Ancak bu girişimler CHP içinde etkili olamadı.
12 Eylül 1980 Darbesinden sonra bilimsel sosyalizm yanlıları büyük güç kaybına uğradı. Emperyalist güçler Türkiye’de sosyal demokrasinin geliştirilmesi için bir çaba göstermediler.
1983-1991 döneminde Türkiye’de bilimsel sosyalist hareket zayıftı. Emperyalist güçler, darbe sonrasında oluşturulan SODEP ve Halkçı Parti ve bunların birleşmesiyle oluşan SHP ile fazla ilgilenmedi.
1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılması ve iki Almanya’nın birleşmesiyle başlayan süreç 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle sonuçlandı. İlk bakışta dünyanın ABD hakimiyetinde tek kutuplu bir hale geldiği kanısı yaygınlaştı. ABD, Büyük Ortadoğu Projesi’ni uygulamaya soktu.
1991 yılında Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından ve Türkiye’nin Körfez Savaşı’na girmeyerek ABD emperyalizminin askeri olmayı reddetmesinin sonrasında Türkiye’nin parçalanması projesi gündeme geldi.
Emperyalizm, Sovyetler Birliği’nin var olduğu yıllarda ve özellikle Soğuk Savaş dönemlerinde sosyal demokrasiyi anti-komünist mücadelenin bir aracı olarak kullanmaya çalıştı. Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında anti-komünizm temelli bir sosyal demokrasiye gerek kalmadı. Emperyalistler açısından amaç, kendi kontrolleri altındaki bir sosyal demokrasi türünü Türkiye’nin parçalanması için kullanmaya dönüştü.
Kontrolden çıkma eğiliminde olan Türkiye’yi “yola getirmek” ve “yola gelmeyen Türkiye’yi bölüp parçalamak” amacıyla bölücü terör örgütüne destek sağlandı. Ancak Türkiye 1990’lı yıllarda PKK’ya karşı sınır ötesi harekatları da içeren kapsamlı bir mücadele başlattı. 2003 yılında ABD askerlerinin Irak’a Türkiye üzerinden girmelerine olanak tanıyan tezkerenin de (CHP’nin belirleyici katkılarıyla) TBMM’de gerekli oyu alamaması üzerine, ABD emperyalizminin Türkiye’ye yönelik bölücü ve parçalayıcı girişimleri daha da yoğunlaştı.
Bölücülükte kullanılacak araçlardan biri PKK, diğeri Fethullahçı casusluk ve terör örgütüydü. Bu iki harekete de destek olmada, emperyalist müdahaleleri göz ardı ederek eşitlik, özgürlük, demokrasi, insan hakları, ahlak, hoşgörü, katılımcılık, yerel yönetimlere yetki devri gibi konuları öne çıkaran bir “sosyal demokrasi”nin gelişmesi teşvik edildi.
Günümüzdeki adı Avrupa Birliği olan örgütlenme de 1992 yılından itibaren ABD’nin karşısında alternatif bir güç oluşturma çabalarını yoğunlaştırdı ve bu süreçte Türkiye’de Avrupa’daki anlayışa uygun, Kemalizm’in anti-emperyalistliğini terk ederek emperyalistlerle işbirliği savunan sosyal demokrat yapılar oluşturma girişimlerini başlattı.
1992 yılından itibaren CHP içindeki farklı gruplar daha açıklık kazandı.
Bir grup, sosyal demokrasi kavramını kullanmadı; Kemalizm’i yeni dünya koşullarında geliştirmeye çalıştı; ulusalcı ve anti-emperyalist bir çizgi izledi.
Bir başka grup, işçi sınıfının 1930’larla kıyaslanmayacak kadar geliştiği ve birbirini izleyen ekonomik krizlere de bağlı olarak sınıf mücadelelerinin yoğunlaştığı koşullarda, işçi sınıfına özel önem veren bir sosyal demokrat anlayış geliştirmeye çalıştı. Bu görüştekilere göre, Atatürk döneminde toplum içinde sınıf farklılaşma ve çelişkileri günümüze göre çok azdı ve işçi sınıfı gelişmemişti. Özellikle 1989-1995 dönemi işçi eylemlerinin ardından, günümüz koşullarında Kemalizmi bu doğrultuda geliştirebilmek sosyal demokrasiyle olanaklıydı. Komünistlerin “dışa bağımlı” olduğu iddiaları da, bilimsel sosyalizm yerine sosyal demokrasiyi öne çıkardı.
Diğer bir grup, Kemalist Devrim’in başarılarını “üstyapı devrimleri” olarak kabul ediyor ve “altyapı........
© Veryansın TV
