menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Atatürk, devlet sosyalizmi ve sosyalizm

19 8
06.11.2024

Yıldırım Koç yazdı…

Atatürk’ün devletçiliğini değerlendirebilmek için üç politikacının bu konudaki sözlerini anımsamakta yarar vardır.

Başbakan Tansu Çiller, 1994 yılında 5 Nisan kararlarının ilanından sonra, bu nedenle “son sosyalist devleti yıktık” diyordu.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de 4 Ocak 2010 günü “devletin içindeki Sovyetler Birliği çöküyor” dedi. (Radikal, 6.1.2010)

AKP iktidarında Maliye Bakanı olan Kemal Unakıtan, hızlı bir özelleştirmenin yapıldığı günlerde şöyle diyordu: “Özelleştirmede satıyorsun, satıyorsun, bitmiyor. Bu kadar komünist bir ülkeymişiz. Komünizmin ağdalısıymışız. Ulaştırma, çimento, kağıt, şeker, her şey devlete ait. Bir berber dükkanları kalmış özel teşebbüsün elinde.” (Hürriyet,18.7.2007)

Atatürk’ün sosyalizmle ilgisi daha 1904 yılında başladı.

Mustafa Kemal’in, 1904 yılında, daha 23 yaşında bir gençken yazdığı not şöyledir: “Evvela sosyalist olmalı, maddeyi anlamalı!” (ATABE Atatürk’ün Bütün Eserleri, C.1, Kaynak Yayınları, İstanbul,1998;15)

1904 yılında daha ne 1905 Rus Devrimi, ne 1917 Ekim Devrimi olmuştu ve ne de Sovyetler Birliği vardı. Genç Mustafa Kemal, dünyayı kavrayabilmek için bir düşünce sistemi olarak sosyalizmi gerekli görüyordu.

Bu anlayışı bu cümleyle sınırlı kalmadı; daha sonraki yıllarda pekişti ve yerleşti.

Mustafa Kemal Paşa’nın bu konudaki anlayışının gelişmesinde önemli bir kavram, “devlet sosyalizmi”dir.

Mustafa Kemal Paşa, Kurtuluş Savaşı’nın daha ilk günlerinde bile “devlet sosyalizmi”ni savunuyordu.

Mustafa Kemal Paşa’nın daha sonraki yıllarda “devlet sosyalizmi”ne ilişkin ilk değerlendirmesi, Sovyet Rusya’nın bir temsilcisiyle 1919 Mayıs’ında yapılan görüşmededir.

Teşkilatı Mahsusa başkanlarından Hüsamettin Ertürk’ün İki Devrin Perde Arkası kitabında Mustafa Kemal Paşa’nın 1919 yılı Mayıs ayında Havza’da Sovyet Rusya temsilcisi Budyeni (Budyonni) ile görüştüğü ve ona Anadolu’da kurulacak hükümetin “devlet sosyalizmi”ni benimseyeceğini söylediği belirtilmektedir. (Tansu, Samih Nafiz, 2 Devrin Perde Arkası, Hüsamettin Ertürk’ün Hatıratı, Hilmi Kitapevi, İstanbul, 1957;339)

Bu görüşme Rasih Nuri İleri’nin 1970 yılında yayımlanan Atatürk ve Komünizm kitabında ele alındı. (İleri, Rasih Nuri, Atatürk ve Komünizm, Anadolu Yayınları, İstanbul, 1970;29) Ancak bu konuda daha sonra yapılan çalışmalar, bu görüşmeyi tartışmalı kıldı. Mehmet Perinçek, 2005 yılında yayımlanan Atatürk’ün Sovyetler’le Görüşmeleri kitabında bu tartışmaları özetlemekte ve konuya açıklık getirmektedir. M. Perinçek’e göre böyle bir görüşme olmuştur, ancak görüşülen kişi, büyük olasılıkla, Budyonni değil, Budu Mdivani’dir. (Perinçek, M., Atatürk’ün Sovyetler’le Görüşmeleri, Sovyet Arşiv Belgeleriyle, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005;28-38)

“Devlet sosyalizmi” kavramı önce Ferdinand Lassalle gibi Alman devlet sosyalistleri tarafından geliştirildi. Ancak buradaki amaç, geç kalmış Alman kalkınmasının Alman sermayedarları tarafından gerçekleştirilmesinde, özellikle İngiliz sanayi ile rekabetinde devletin müdahalesi ve katkısıydı. Almanya’nın “devlet sosyalizmi”, Almanya’yı emperyalist bir ülke yapmayı amaçlıyordu.

Türkiye’de devletçilik, örneğin Japonya’da 1868 yılından itibaren Meiji Restorasyonu sürecindekinden farklı çizgide gelişti. Japonya’da kurulan devlet işletmeleri, ayakta durabilmeye başladığında özel sektöre aktarılıyordu. 1890’lı yıllarda Matsukata’nın maliye bakanı olduğu dönemde, birçok kamu işletmesi özel sektöre devredildi. (Milton W. Meyer, Japan: A Concise History, 4th ed., Rowman and Liddle field Pub., Maryland, 2009, s.156)

Devletin ekonomiye doğrudan müdahalesi anlamında “devlet sosyalizmi” anlayışı, özellikle Harp Okulu’ndaki Alman öğretmenler aracılığıyla Osmanlı’ya taşındı. İttihat ve Terakki, bu anlayışla hareket etti. İttihat ve Terakki’nin “milli ekonomi” anlayışı, emperyalist güçlerin dünya ölçeğinde kapıştığı bir dönemde bir azgelişmiş ülkede sanayileşme çabasıydı; diğer bir deyişle, Alman deneyiminden farklıydı. Ayrıca, İttihat ve Terakki’nin önünde bir Sovyet Rusya deneyimi yoktu. İttihatçılar, bir “milli burjuvazi” yetiştirerek ekonomik kalkınmayı sağlamaya çalıştılar ve onların “devlet sosyalizmi”nin amacı, devletin bu milli burjuvazinin gelişmesine katkıda bulunacak biçimde ekonomiye müdahalesiydi.

Tarık Zafer Tunaya, Talat Paşa’nın da “devlet sosyalizmi”ni savunduğunu şöyle anlatmaktadır:

“Bu arada tatil-i eşgal kanunu tartışmalarında sendikaların ve grevlerin yabancı sermayeyi ürküttükleri ve dolayısıyla tehlikelerinden söz eden Talât Paşa’nın bir Romanya seyahati dönüşünde Falih Rıfkı Bey’e söylediği şu söz şaşırtıcıdır: ‘Bizi ancak Socialisme D’etat (devlet sosyalizmi) kurtarabilir.’ “ (Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt 3, İttihat ve Terakki, Bir Çağın, Bir Kuşağın, Bir Partinin Tarihi, Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1989;325)

Mustafa Kemal Paşa’nın “devlet sosyalizmi” ise bu anlayışlardan farklıdır; Sovyetler Birliği’nin 1960’lı yıllarda azgelişmiş ülkeler için önerdiği “kapitalist olmayan yol” anlayışının öncülüdür. Nitekim, daha 1921 yılının sonunda Sovyet Rusya temsilcisi M.Frunze’nin Mustafa Kemal Paşa’ya önerdiği “devlet sosyalizmi” modeli, daha sonraki dönemlerin “kapitalist olmayan yol”udur (“Kapitalist olmayan yol” konusunda bakınız: V.Solodovnikov-V.Bogoslovsky, Non-Capitalist Development, An Historical Outline, Progress Pub., Moskova, 1975. Lenin’in bu konudaki görüşleri s.22-29 arasında özetlenmiştir.)

Mustafa Kemal Paşa’nın “devletçiliği” veya “devlet sosyalizmi”, Almanya kökenli “devlet sosyalizmi”, İttihat ve Terakki’nin büyük çoğunluğu başarısızlıkla sonuçlanan girişimleri ve Sovyet deneyiminden yararlanan, siyasi bağımsızlığı koruyacak ve pekiştirecek ekonomik bağımsızlığın temelini oluşturan halkçı ve planlı bir devletçiliktir; milli demokratik devrim sürecinde üretim araçları mülkiyetini kamuya devrederek ve sermayedar sınıfın gücünü kısıtlayarak, adım adım sosyalizmin inşasıdır.

Türkiye’de 1923-1945 döneminde devletçilik hayatın her alanında hakim oldu. İttihatçıların amacı, “milli ekonomi” anlayışıyla, Batı’da olduğu gibi bir burjuvazi yetiştirerek ülkeyi güçlendirmekti. Mustafa Kemal Paşa’nın “devlet sosyalizmi” anlayışıyla uygulattığı devletçilik ise, daha sonraki yıllarda “kapitalist olmayan yol” olarak da ifade edilen ve emperyalizmin ve hatta kapitalistlerin etkisini sınırlamaya ve silmeye çalışan bir uygulamalar bütünüydü.

Planlı ekonomiyle birlikte uygulanan devletçilik, burjuvaziye hizmet etmiyordu; uluslararası ve yerli burjuvaziyi zayıflatmayı ve kontrol altında tutmayı amaçlıyordu. Amaç, emperyalizm çağında emperyalizme karşı durabilecek tek güç olan güçlü ve bağımsız bir devlet yaratmaktı. Devlet de ülkenin bütünlüğünü ve bağımsızlığını temel amaç kabul eden ve bunun tek yolunun da ekonominin sermayedarlara teslim edilmemesinden geçtiğini bilen emekçi kökenli vatanseverlerin yönetimindeydi. Bu dönemde kurulan devlet işletmeleri, sağladıkları demokratik işçi ve memur hakları ve yarattıkları sosyal tesislerle, çölde vahalar gibi, geleceğin halkçı devletinin veya Türkiye’ye özgü sosyalizminin nüvelerini oluşturdu. Milli demokratik devrim ile sosyalizmin bir süreç içinde adım adım inşası iç içe geçmişti. (Atatürk döneminin devletçiliğine ilişkin olarak bkz. Yıldırım Koç, Atatürk’ün Millileştirmeleri ve Devletleştirmeleri, Günümüzün Özelleştirmeleri, Türk-İş Yay., Ankara, 2000. Tam metin için https://www.yildirimkoc.com.tr/usrfile/1320510707b.pdf )

Burada önemli olan, Mustafa Kemal Paşa’nın daha 1919 yılında benimsediğini açıkladığı “devlet sosyalizmi” anlayışının, düşünülmeden veya Sovyet Rusya’yı işbirliğine ikna etmek için kullanılmış bir kavram olup olmadığıdır. Atatürk’ün uygulamaları, bu kavramın bilerek ve genişletilerek benimsendiğini açıkça göstermektedir.

Ayrıca, bu yıllarda yapılan diğer bazı yayınlar, çok öne çıkmasa veya CHP’nin resmi belgelerine aynen geçirilmese bile, bu kavramın İttihat ve Terakki döneminden beri tartışıldığını, kabul gördüğünü ve Mustafa Kemal Paşa tarafından da, içeriği Türkiye’nin o günkü koşullarına uyacak biçimde geliştirilerek benimsendiğini göstermektedir. Zaten bu kavramla kastedilen, Atatürk döneminde uygulandığı biçimiyle “devletçilik”tir ve bu anlayış 1931 yılında CHP Programına ve 1937 yılında Anayasaya konmuştur.

Devlet sosyalizmi kavramı, “halkçılık” ilkesiyle de bütünleştirildi.

Türkiye tarihinde önemli belgelerden biri, 13 Eylül 1920 tarihinde Mustafa Kemal Paşa tarafından Büyük Millet Meclisi’ne sunulan Halkçılık Programı’dır. (Programa ilişkin önemli bilgi ve değerlendirmeler için bkz. Şahinkaya,Serdar, Devrime Doğru İlk Adım, Mustafa Kemal Paşa’nın Halkçılık Programı, Telgrafhane Yay., Ankara, 2022;48-50)

Bu metinde aşağıdaki görüşler ifade ediliyordu:

“Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti hayat ve bağımsızlığını kurtarmayı yegâne ve mukaddes gaye bildiği halkı emperyalizm ve kapitalizm tahakküm ve zulmünden kurtararak irade ve hâkimiyetin hakiki sahibi kılmakla gayesine ulaşacağı inancındadır.

“Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti, milletin hayat ve bağımsızlığına suikast eden emperyalist ve kapitalist düşmanların tecavüzlerine karşı müdafaa ve harici düşmanlarla işbirliği yapıp milleti aldatmaya ve ifsada çalışan dahili hainlerin tedibi için orduyu sağlamlaştırmayı ve onu milli bağımsızlığın dayanağı bilmeyi borç sayar.” (ATABE,C.9;323-324)

13 Eylül 1920 tarihinde Meclis’e sunulan Halkçılık Programı, 18 Eylül günü Meclis Genel Kurulu’nda okundu ve komisyona gönderildi. Komisyonun raporu da 18 Kasım 1920 tarihinde Genel Kurul’da okundu ve onaylandı. Bu metnin ilk dört maddesi “Halkçılık Beyannamesi” olarak yayınlandı. Bu metinde şu görüşler ifade ediliyordu:

“Emperyalist devletlerin, devlet ve milletimizin hayatına açıkça kastetmeleri neticesinde meşru müdafaa için toplanan Türkiya Büyük Millet Meclisi (…) şu beyannameyi yayımlamaya lüzum görmüştür.

“Türkiya Büyük Millet Meclisi, milli sınırlar dahilinde hayat ve bağımsızlığı temin ve hilafet ve saltanat makamını kurtarmak ahdiyle teşekkül etmiştir. Dolayısıyla hayat ve bağımsızlığını yegâne ve mukaddes emel bildiği Türkiye halkını emperyalizm ve kapitalizm tahakküm ve zulmünden kurtararak, irade ve hâkimiyetinin sahibi kılmakla gayesine ulaşacağı kanaatindedir.

“Türkiye Büyük Millet Meclisi, milletin hayat ve bağımsızlığına suikast eden emperyalist ve kapitalist düşmanların tecavüzlerine karşı müdafaa ve bu maksada aykırı hareket edenleri cezalandırma azmiyle kurulmuş bir orduya sahiptir. Emir ve kumanda selahiyeti Büyük Millet Meclisi’nin manevi şahsiyetindedir.” (ATABE, C.10;102)

Mustafa Kemal Paşa, 1 Aralık 1921 günü Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada benimsediği Türkiye’ye özgü bir toplumcu anlayışa ilişkin tavrını çok güzel ifade etmektedir:

“Biz hayatını, bağımsızlığını kurtarmak için çalışan emek erbabıyız, zavallı halkız. Mahiyetimizi bilelim. Kurtulmak, yaşamak için çalışan ve çalışmaya mecbur olan bir halkız. Dolayısıyla her birimizin hakkı vardır. Salahiyeti vardır. Fakat çalışmak sayesinde biz hakkı kazanırız. Yoksa arkaüstü yatmak ve hayatını emek harcamadan geçirmek isteyen insanların bizim toplumumuz içinde yeri yoktur, hakkı yoktur. (…) O halde ifade ediniz efendiler; halkçılık, toplumsal nizamını emeğine, hukukuna dayandırmak isteyen toplumsal bir doktrindir. Efendiler, biz bu hakkımızı saklı bulundurmak, bağımsızlığımızı emin bulundurabilmek için heyeti umumiyemizce, heyeti milliyemizce bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı heyeti milliyece mücahedeyi uygun gören bir mesleği takip eden insanlarız. (…) Ne yapalım ki demokrasiye benzemiyormuş, sosyalizme benzemiyormuş, hiçbir şeye benzemiyormuş. Efendiler, biz benzememekle ve benzetmemekle iftihar etmeliyiz. Çünkü biz bize benziyoruz efendiler.”

Devlet sosyalizmi anlayışı o yıllarda Kurtuluş Savaşı’nın önemli kadroları ve daha sonraları bazı yazarlar tarafından da dile getirildi.

1921 yılının İktisat Vekili Celal (Bayar) Bey, 16 Şubat veya 16 Mart 1921 günü Hakimiyeti Milliye Gazetesi’ne verdiği demeçte devlet sosyalizmini şöyle savunuyordu:

“Devlet Sosyalizmine muarız olanlar (karşı çıkanlar), ferdiyeti kuvvetli; sermayesi mebzul (bol) memleketler ahalisidir. Tanzimat-ı Hayriye’den beri gayr-ı müsavi (eşit olmayan) şerait tahtında (koşullar altında) Avrupa kapitalinin memleketimize mümtaz bir şekilde girmesinin ve menabi-i iktisadiyemize (ekonomik kaynaklarımıza) hâkim bulunmasının müessif (üzücü) tesir ve neticeleri gözümüzün önündedir.

“Devlet Sosyalizminin veyahut bu esasata müteallik (ilişkin) herhangi iktisadî ve........

© Veryansın TV


Get it on Google Play