menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Mukayeseli meşruiyet sorunları

41 30
26.01.2025

Yavuz Alogan yazdı…

Askerî müdahale ve darbe dönemlerinde üniforma giyen Devlet sahanın tamamına hükmetmeyi amaçladı. Gazete patronlarını ve yazarları tek tek denetleyerek basını sansürlemeye, sivil bürokrasiyi denetleyerek devlet kurumlarını yönlendirmeye, öğretim üyelerini baskı altına alarak üniversiteleri susturmaya çalıştı. Buna rağmen tanınmış hukukçular, sanatçılar, öğretim üyeleri konuşabiliyor, ünlü köşe yazarları kesintili de olsa eleştirilerini yazabiliyorlardı.

12 Mart döneminde devlet görevlileri sokakta öğrencileri kurşunladı. Seçkinlerden oluşan dar bir kesimi hedef alan işkenceli sorgular Ziverbey Köşkü gibi “güvenli evler”de yapıldı. 12 Eylül döneminde, bu kez çok daha geniş bir kesimi hedef alan işkenceli sorgular, CIA’nın pasifikasyon aygıtı olarak Ankara Emniyet Müdürlüğü içinde kurulan Derin Araştırma Laboratuvarı’nda (DAL) yapıldı, askerî savcıların iddianameleri için “delil” toplandı.

Beyaz Toros’larla gezen kimliği meçhul polisler sokağa çıkma yasağı başladıktan sonra insanları topluyordu. Falaka ve manyeto, aşağı yukarı 90’lı yıllara kadar bütün emniyet müdürlüklerinde ifade alınırken kullanılan başlıca âletlerdi.

O dönemleri yaşayanların bugünün gözaltı, tutuklanma, işten atılma, sürülme gibi korkularını anlaması çok zor.

12 Mart, 1961 Anayasa’sında revizyona giderek özgürlükleri kısıtladı fakat Millet Meclisi’ne ve Cumhuriyet Senatosu’na dokunmadı.12 Eylül her ikisini de kaldırdı, çift meclisli yapıyı bozdu ve bir Kurucu Meclis marifetiyle yeni anayasa hazırladı. Fakat Devrim Kanunları’nı tartıştırmadı.

12 Mart üç yıl sürdü. 12 Eylül de üç yıl sürdü fakat etkileri (sıkıyönetim vs) 1986’ya kadar hissedildi. Her ikisi de parlamenter sistemin temellerini tahrip, parti liderlerini ise imha etmekten özenle kaçındı. 1987’ye gelindiğinde siyasi yelpaze darbe öncesine dönmüş, belli başlı liderler farklı isimler taşıyan eski partilerinin başına geçmişlerdi.

Demokratik sisteme müdahale eden ya da ona son veren hiçbir askerî darbe ilk anda meşru değildir. Başarılı olması hâlinde, zamanla meşruiyet kazanır ya da kazanamaz. 12 Mart müdahalesinin ve 12 Eylül darbesinin, yaşanan felaketlere ve kayıplara rağmen, halk nezdinde bir tür meşruiyete sahip olduğu inkâr edilemez. Askerler müdahalenin ve darbenin meşruiyetini “en kısa zamanda demokratik sisteme dönüleceği” vaadini ısrarla tekrarlayarak, halkı buna inandırarak sağladılar. Nitekim 1982 referandumunda 12 Eylül anayasası, her ne kadar zarflar mavi (ret) ve beyaz (kabul) kartları gösterecek kadar şeffaf idiyse de, yüzde 91,37’yle kabul edildi.

Halk, şu dönem geçsin, her şey normale dönsün diye sabrediyor, buna inanıyordu. Kaçak gezen solcular arasında bugünküne benzer bir umutsuzluk/kayıtsızlık yoktu, herkes dönemin sona ereceğine, mücadelenin yükseleceğine inanıyor, bağlantılarını koruyor, yenilerini kuruyordu. Direnme hakkından söz edilmiyordu ama alttan alta süren bir direniş hazırlığı vardı.

Askerler sonsuza kadar yönetmek, Devlet’in bütün kurumlarını tahrip etmek, Anayasa düşüncesini ortadan kaldırmak gibi bir niyet taşımadıklarını her fırsatta gösterdiler. Bizzat 12 Eylül cuntası parti kurarak seçimlere girdi. Mayıs 1983’te emekli........

© Veryansın TV