Bir üniversitede petroglif araştırmaları merkezi açmak
Prof. Dr. Semih Güneri yazdı…
“Bir Türk üniversitesinde petroglif araştırmaları merkezi açmak mümkün mü?”. Bakalım mümkün mü, değil mi.
Açmak isteyen, konuyla ilgili, hepimizin tanıdığı bir akademisyen hocamız. Prof. Dr. Necati Demir. Amacı ise, son yıllarda Türkiye’nin çeşitli noktalarında keşfedilen kaya resimlerini ve onların Türk kültürüyle ve diğer uzak-yakın kültür çevreleriyle ne kadar ilgili olduğunu anlamaya çalışmak. Konuya kurumsal nitelik kazandırmak.
Başta söyleyelim, “petroglif” ya da “kaya resimleri” veya “kaya sanatı”, göçebe kültürlere özgü bir tasvir sanatı alanıdır. Yerleşik toplumlarda görülmez.
Yeryüzünde kaya resimlerinin merkezi esas anlamda Altay dağlarıdır. Moğolistan Altaylarındaki kaya resimleri daha yoğundur, daha özeldir, tarihleri ise Paleolitik çağlara kadar gider. Moğolistan’ın Hangay dağları ve bütün merkezî Moğolistan bölgesinde yaygındır. Ve dahası Lena nehri kıyıları, Gobi çölü, İç Moğolistan, Çin’in Helan dağları bölgesi, Kuzey Pakistan’ın Karakorum bölgesi, Tibet yaylası. Hiç abartmıyorum, milyonlarca kaya resmi figürlerinden bahsediyorum. Ben nereden biliyorum? Yazdığım bir-iki petroglif makalesi dışında 2009-2022 arasında yukarıda verdiğim coğrafyalarda tarafımdan keşfedilen binlerce figürden oluşan petroglif çalışmalarımdan biliyorum. Tembel bir adam olarak henüz onları yayınlamadım. Her şey hazır olmasına rağmen zahmet edip yayın aşamasına gelemedim. Benden on yıldır petroglif kitabı bekleyenlerden de bu arada özür diliyorum. Petroglif çalışmalarına ilgim buradandır.
Geçtiğimiz hafta dost toplantılarımızın birinde Necati hocamızı daha iyi anlama fırsatı buldum. Saatlerce konuştuk durduk. Keyifli bir toplantı idi. Konu Türk kültürü idi hiç şüphesiz. Laf lafı açtı. Derken konu petroglif araştırma merkezine geldi takıldı. Takılan bendim. Çünkü -herkes bilmese de- geniş Asya coğrafyasında en az on yıl eşelendiğim konudur bu petroglif hadisesi. Hocamız, hâlen çalıştığı üniversitenin rektörlüğüne yıllar önce bu petroglif araştırmaları merkezi projesini sunuyor. Yıl 2010. Hocamızın niteliği, bilimsel formasyonları belli. Amacı belli. Rektörün de ne yapacağı belli. Tamam, diyecek ve bir-iki hafta içinde merkez kurulacak. Konu, değerlendirme, karar vs bütünüyle ona kalmış bir şey. Trafiğin nasıl işlediğini biliyorum. Çünkü aynı şeyleri ben de yıllar önce yaptım. Şöyle olur: Konu rektörün önüne gelir. İlgi duyuyorsa talimat verir işlemler başlatılır. Eğer işine bir şekilde gelmiyorsa ya da bir nedenle ilgisiz ise veya uzak duruyorsa yan odadakine işi havale eder. Havale edilen de başkasına, sonuçta proje sahipsiz ortalarda dolaşır durur.
Her neyse Necati hocamız hazırladığı dosyayı rektörlüğe iletiyor. Rektör “Türkçü” diye bilinen bir adam üstelik. Ben o yıllardan biliyorum. “Türkçü rektör” olmak, zırt-pırt her fırsatta fakültede hadise yaratan güruha müsamaha göstermekten ibaret değil. Onun “Türkçülüğü” de o kadarmış. Adam, hocamızın bu kutlu önerisini belli ki dikkate almamış, sonuçta öneri reddedilmiş. Gel zaman git zaman. Aradan on bir yıl geçiyor. Yıl 2021. Hocamız bir kez daha öneriyi rektörlüğe sunuyor. Bu kez başka bir rektör dosyaya bakıyor. O da yan odadakine sunuyor. İnanmayacaksınız ama (ben inanamadım) dosya zaman içinde ta YÖK’e kadar gidiyor ve bu kez de orada reddediliyor. Tabi ki edilir. Rektörün sahiplenmediği projeyi kim nesine sahiplenecek ki?
Türkiye’nin Doğusundan Batısına kadar pek çok noktada petroglif keşifleri yapılmış. Keşifleri yapanların canına sağlık. Da, her kafadan bir ses çıkıyor. Hocamız konuyu akademiyaya taşımak istiyor. Akademik danışma kurulu oluşturmuş. Akademiya bir yanılır iki yanılır. Sonunda doğruyu bulur. Amaç da zaten o kaya tasvirlerini kimin yaptığını, ne zaman yaptığını, onların ne amaçla yapıldığını, yurt dışındakilerle varsa ilişkilerini en doğru biçimde ortaya koymaktır. Bir rektör bu işi yapmaya, bu yükü üstlenmeye niyet etmiş hocaya niye destek olmaz ki? Teşekkür edeceği yerde? Ne istiyorsun hocam, der ve en kısa zamanda........
© Veryansın TV
