Kılıç çatanlar ile keyif çatanlar bir mi?
Şahin Filiz yazdı…
Teğmenlerimiz, tıpkı milletvekilleri gibi mezuniyet törenlerinde anayasal olarak yemin edip bu törenin geleneksel uygulaması olarak kılıçlarını çatmış ve Türkiye Cumhuriyeti’ne, onun anayasasına ve doğal olarak Atatürk ilke ve devrimlerine bağlılıklarını dile getirmişlerdir. Atatürk, herkesin bildiği ve bilmesi gerektiği gibi ebedi başkomutandır ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin filizleri olan teğmenler de doğal ve yasal olarak bu gerçeği ilan etmişlerdir. Çatılan kılıçların hedefi, Türk milletinin birlik ve beraberliğine ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilelebet payidar kalmasına kast eden iç ve dış mihraklardır ve bu uğurda ölmeye and içmiş genç Türk askerleridir. Milli bekamızı tehdit edenler dışında hiç kimse bu kılıçların başka hedefe yönelik olduğunu iddia edemez. Ortada ne hukuki, ne de anayasal bir suç vardır; tam aksine Türk askerine yaraşır bir görev bilincinin kararlı beyanı söz konusudur. Bu ülke ve millet için değil kılıçlarını, canlarını ortaya koymaya hazır olduklarını ilan eden bir yemin töreninin altında niyet okuyarak başka şeyler aramak, anlaşılır bir davranış değildir. “Keşke Yunan galip gelseydi”, “Hatay keşke Fransızların işgali altında kalsaydı” diyen Türk ve Türkiye düşmanları dışında bu törenin yasal amaç ve hedefini saptıran aklı başında bir yurttaş yoktur.
Teğmenlerimiz ülke ve ulus için canlarını ortaya koymaya yemin ederken diğer yanda lüksü ilah edinmiş “Dilan” modellleri yargıyı dolayısıyla devletin bekasını tehdit edercesine anlaşılmadık biçimde tahliye edilebilmektedir. Tahliye kararı, hukuki olarak doğru mu yanlış mı onu bilemiyoruz. Mahkeme süreci ve hukuki işleyiş belki tam olarak bilinmiyor ancak “kara para aklamaktan 40 yıl hapis cezası istemi”ne muhatap bu ve benzeri keyif çatan kişilerin Türk toplumunun ma’şeri vicdanında açtığı derin yaralardan son derece muzdarip ve müteessir olmuştur. Hukuk üsulünde, karar sürecinde ya da yeterli kanıtların toplanmasında karşılaşılan sorunlar olabilir ancak yargılamanın ve sonucunda tahliye kararının hukuk üsulüne uyup uymadığı soru işaretlerini çoğaltmanın dışında herhangi bir yarar sağlamış görünmüyor. Çok sert ceza vermemek değil suçun cezasız kalmış olduğu izlenimi, önce adaleti sonra da devletin varlığını tehdit edebilecek boyutlara varabilir. Sosyal medyada Türk kamuoyunun vicdanını sürekli kanatan lüks ve şatafat görüntüleri, dolar-avro yığınları altında çılgınca eğlence videoları, şımarık ve duyarsız bir o kadar da alaycı gösteriler, tahliye kararından sonra adalet ile lüks arasında nasıl bir akrabalık olduğu sorularına yol açmaktadır.
Bir yanda canını dişine takmış ve vatanı uğrunda ölmeye hazır olduğunu törende haykırmış Teğmenler, bir yanda lüks ve sefahatten gözü dönmüş; Türk halkının yoksulluğuyla adeta maytap geçen şımarık tayfa…
Lüks ve eşitsizlik, keyif çatanlarla kılıç çatanlar arasındaki derin çelişkiyi anlatıyor. Montesquieu Kanunların Ruhu Üzerine I’de sıklıkla yaşadığımız bu çelişkiyi veciz bir şekilde ortaya koyuyor ve diyor ki:
“Lüks her zaman servet eşitsizliğiyle orantılı olmuştur. Bir devletin serveti eşit olarak bölünmüşse, lüks diye bir şey yoktur; çünkü lüks, başkalarının yaptığı iş karşılığında elde edilen kazanılmamış (hak edilmemiş) rahatlık ve konfordur.”
Etkili Aydınlanma düşünürü Montesquieu tarafından kaleme alınan bu güçlü ifade, yüzyıllar sonra bile çağdaş okuyucularda yankı bulmaya devam ediyor. Lüksü eşitsizlikle ayrılmaz bir şekilde........
© Veryansın TV
visit website