menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kalp göçü: Türkiye’de inanç ve gençlik

8 1
06.09.2024

Şahin Filiz yazdı…

İslam düşünce tarihi, yalnızca kutsal metne ve dinî esaslara derinlemesine nüfuz etmekle kalmamış, onları kendi zamanlarının bağlamında yeniden ele alan parlak simalar var etmiştir. Peki bu yeniden ele alma, gerçekten de bir yorumlama mıydı yoksa daha derin bir yaklaşım mıydı, köklü bir anlayış değişikliği miydi? Ve bu düşünürleri, inanç geleneklerini görünüşte böylesine radikal bir şekilde yeniden düşünmeye ve inclemeye iten şey neydi?

Mevlânâ (ö. 1273), Mesnevî’sinde, geleneğin katmanlarını delerek dinin özüne indiğini iddia eder. Eserinin Arapça girişinde –ki Mesnevî’nin ilk cümlesidir– şu şekilde seslenir:

“İşte bu, Mesnevî kitabıdır: O, dinin köklerinin köklerinin kökleridir.”

Bu cesur ifade, Mevlânâ’nın, tevhidin ve aşkın dönüştürücü gücüne dayanan mistik yorumlarının, inancın doğru bir şekilde anlaşılması için temel teşkil ettiğini düşündüğünü göstermektedir. Yenilik yapmadığına, aksine İslam’ın öz mesajını, Peygamber’in öğretilerinin özünü ortaya koyduğuna inanıyordu. Peki “Dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım” derken yalnızca bir hayalin peşinden mi koşuyordu?

Benzer şekilde bir başka büyük mistik İbn Arabî (ö. 1240), anıtsal yapıtı Füsûsu’l-Hikem’de (Hikmetlerin Özü) peygamberlik geleneklerinin derin ezoterik yorumlarını sunar. Yine zamanının bir ürünü olan mistik bakış açısı, ilahî bilgeliğin farklı peygamberler aracılığıyla dünyada nasıl doğduğuna ilişkin incelikli bir anlayış sunmaktadır. Füsûs’un girişinde, bu kitabı Hz. Muhammed’in kendisine verdiği ve insanlığa açıklamasını emrettiği bir rüyayı anlatır. İbn Arabî, bu ilahî emre verdiği karşılığı şu şekilde vurgular:

“Bize emredildiği üzere, Allah’a, Elçisi’ne ve bizden olan emir sahiplerine itaat ettim. Böylece emri yerine getirdim ve bu kitabı, tıpkı Allah Elçisi’nin bana tarif ettiği gibi, ekleme ve eksiltme yapmadan, ortaya koyma niyetimi arındırdım ve himmetimi kötü düşüncelerden soyutladım.”

Bu canlı anlatım, İbn Arabî’nin, bazı açılardan alışılmadık olsa da, yorumlarının Hz. Muhammed aracılığıyla alınan ilahî mesaja dayandığı inancını ortaya koymaktadır. Kendini, bu derin bilgeliğin emanetçisi ve yorumcusu, daha geniş bir kitleye yaymakla görevlendirilmiş bir “elçisi” olarak sunar.

Ve bu ikisinden yaklaşık yarım yüzyıl önce, hem İslam hem de antik İran entelektüel geleneklerinden beslenen özgün bir metafizik sistem kuran, İşrâkî felsefenin (Hikmetü’l-İşrâk) savunucusu Sühreverdî (ö. 1191) var. Sezgisel bilgiye ve ilahî gerçeklerin doğrudan deneyimine vurgu yapan mistik epistemolojisi, zamanının felsefî ve manevî havasıyla uyumlu bir şekilde inançla etkileşim kurmak için bir çerçeve sağlamıştır. Önemli bir şekilde Sühreverdî, bilgeliğin belirli bir grup veya dönemle sona erdiği görüşüne karşı çıkar. Çığır açan eseri Hikmetü’l-İşrâk’ın önsözünde şu ifadeleri kullanır:

“İlim, bir toplulukla sona erip tükenmez ve melekûtun [yani,........

© Veryansın TV


Get it on Google Play