Silivri Mahkemeleri’ndeki Mavi Vatan
Cem Gürdeniz yazdı…
Bu hafta Mavi Vatan tartışmaları ile geçti. Süreç Somali tezkeresi ile başladı. 2020 sonrası iktidar, ABD ve AB’nin ekonomik ve siyasi baskıları üzerine Doğu Akdeniz’deki sismik ve sondaj faaliyetlerimize son vermiş, ABD’nin Somali’de aktif rol almamıza destek vermesi üzerine geçen hafta Somali’ye donanma unsurlarımızın gönderilmesine yönelik tezkereyi meclisten geçirmişti. Tartışmalar da zaten Akdeniz’de hiçbir faaliyetimiz olmazken, gereksiz Somali tezkeresi nedeniyle başlamıştı. Ancak ana muhalefetin ABD/AB etkisinde kaldığı anlaşılan Dış İlişkilerden sorumlu milletvekili (eski Tel Aviv ve Washington Büyükelçisi) Somali kararını eleştirirken deniz hegemonyasının asla hazzetmediği Mavi Vatan’a da saldırmayı ihmal etmedi.
Bu süreç ile başlayan tartışmalarda Mavi Vatana “masal, hikâye” diyenler, Mavi Vatan Osmanlıcı, genişlemeci, irridentist diyenler ve hatta mavi vatanı savunanlar yargılanmalı diyen meczuplar… Ne ararsanız vardı. Ancak azınlıktaydılar. Tabi bu olay bir turnusol kâğıdı gibi herkesin Mavi Vatan’a bakışını da ortaya çıkardı. Kendini ilerici liberal sanan ve çoğunluğu dış fonlardan desteklenen düşünce kuruluşları ve haber siteleri başta Yunan asıllı Türk düşmanı Amerikalı akademisyen Ryan Gingeras’in fikirleri olmak üzere ABD ve AB tezlerini savunmaya devam etti. Ancak gerek ekranlara çıkan gerekse yazıları ile bu sürece hasmane bir tutumla müdahil olanların bilgi eksikliği ve kahve sohbetinde bile kullanılmayacak argümanlarla öne çıkması şahsen beni önce hayrete sonra dehşete düşürdü. Hele hele kerameti kendinden menkul bazılarının Seville haritası Türkiye’nin lehinde ya da kıta sahanlığı vatan değildir, demesinden sonra bu fikirlerini dinlemeyi ve dikkate almayı terk ettim. Bu kapsamda muhalefet partisinden ezici bir çoğunluk Mavi Vatan’ı sahiplendi. En önemlisi ana muhalefet partisi, vekilin yaptığı aşağılayıcı konuşmaya rağmen tam kadro yaptığı açıklama ile geri dönülmez şekilde Mavi Vatan’a sahip çıkacağını kamuoyuna açıkladı. Bu tartışmanın başlaması aslında çok iyi oldu. İktidarın unutturduğu Mavi Vatan, muhalefetin sunduğu fırsatla tekrar gündeme geldi.
Mavi vatanın gündeme gelmesinin temel nedeni Akdeniz’dir. Halen 18 Mart 2020’de Birleşmiş Milletlere deklare edilen kıta sahanlığı koordinatlarımızı içeren harita Türkiye’nin iktidarda kim olursa olsun savunması gereken sınırlarıdır. Mavi Vatana saldıranların en çok kullandığı argüman olan Yunanistan’ın Mısır ile 6 Ağustos 2020’de yaptığı deniz sınırlandırma anlaşmasının sahada hiçbir değeri yoktur. Tıpkı GKRY ile Mısır’ın 17 Şubat 2003’te yaptığı anlaşma, ya da GKRY’nin 2 Nisan 2004’te 21 Mart 2003’ten geçerli olmak üzere ilan ettiği MEB ilanı gibi. Dışişleri Bakanlığı 6 Ağustos 2020’de yapığı açıklamada şunları demişti: ‘’Yunanistan ile Mısır arasında deniz sınırı bulunmamaktadır. Bugün imzalandığı açıklanan sözde deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşması Türkiye için yok hükmündedir.’’ Neticede dünya üzerinde 300’den fazla kıta sahanlığı anlaşmazlığı vardır, ancak en güçlüsünden en güçsüzüne tüm devletler bu anlaşmazlıkları egemenlik sorunu olarak görmektedirler. Zira kıta sahanlığı hukuken başlangıçtan itibaren (ab initio) ve kendiliğinden (ipso facto) devletin egemen yetkilere sahip olduğu alanlardır. Yani denizin dibi vatanın devamıdır. Siz korumazsanız başkasının vatanı olur. Bazı meczupların savunduğu gibi ABD ve AB istiyor diye Yunanistan’a ve GKRY’ye bırakılamaz.
Ne yazık ki Türkiye’yi ve çıkarlarını koruduğunu iddia edenler Yunanistan’ın ve GKRY’nin bu hukuksuz iddialarını onlar adına savunmaya devam etmekteler. Bu arada 1 Ağustos 2024’te İsrail’de yayınlanan bir makale Mavi Vatan’ın artık İsrail için de tehdit olduğunu ortaya koydu.
Mavi Vatana saldırılar bu coğrafyada yaşadığımız sürece devam edecektir. Osmanlının çöküşü 1571’de İnebahtı Savaşında denizdeki gerileme ile başladı, Çeşme, Navarin, Sinop baskınları ile devam etti. Mutlak çöküş denizden işgaller ile tamamlandı. Anglosakson deniz hegemonyasının kontrolündeki 25 Nisan 1915 Gelibolu ve 15 Mayıs 1919 İzmir işgalleri denizden geldi. 1952 NATO üyeliğimizden sonra deniz çıkarlarımızı Kıbrıs’ta 1963’te yaşanan kanlı Noel’e kadar batıya teslim ettik. Kıbrıs ve ardından yaşanan Ege kıta sahanlığı krizleri gözümüzü açtı. Ancak Soğuk savaş sonrası özellikle Karadeniz, Ege ve Akdeniz’de NATO’dan bağımsız bir güvenlik politikasına geçen Türkiye, 2002 sonrası Türk deniz tarihinin gördüğü en büyük baskına uğradı. Bu kez saldıranlar ABD ve AB adına kendi içinden çıkan, Türkçe konuşan ve Türk kimliği taşıyan hainlerdi.
Mavi Vatan’a ilk ve en büyük saldırı 11 Şubat 2011’de Silivri FETÖ Çadır Mahkemesi’nde yaşandı. 10. Ağır Ceza Mahkemesi o gece 163 TSK mensubunu Balyoz kumpası ile tutukladı. Bunların 52’si denizci idi. 11 emekli dışındaki, 12 muvazzaf amiral ve 29 Deniz Kurmay Albay donanmanın en kritik muharip komuta görevlerinde bulunan son derece değerli personeldi. Balyoz kumpası daha sonra dalgalarla büyüdü ve 9 Ekim 2013 tarihinde Yargıtay 237 TSK mensubunun çoğu 18 yıl olan hapis cezasını onayladı. Bunlar arasında 41 havacı, 37 karacı, 25 jandarma general ve subayı varken, tam 134 denizci vardı. Denizcilerin 33’ü amiral olmak üzere 123’ü aktif görevdeydi. Deniz Kuvvetleri’nin bedeni kesilmişti. Böylesi bir tasfiye ne Fransız ihtilalinde ne de Stalin’in 1937 tasfiyesinde yaşanmamıştı. En az tasfiyeler kadar acıklı olan, en azı 3,5 yıl hapis yatan bu seçkin amiral ve subaylara FETÖ ve yandaş medya tarafından akla hayale gelmeyecek itibarsızlaştırma kampanyasının vicdana, ahlaka ve Türk örf ve adetlerine hakaret derecesinde yürütülmüş olması idi. İftiralar ve kumpaslar üzerine kurulu olan bu yalan sistemine ne muhalefet ne yüksek komuta heyeti sesini çıkarmamıştı. Türk tarihi bu derece alçaklığı eminim yaşamamıştır. (Başta Zaman, SamanyoluTv, Bugün, Haber Vaktim, Akit vb. gibi yayın organları 2007-2014 arasında özellikle denizcilere karşı her gün iftira ve yalan haberler kusmuştu.)
İktidar koruması altında yapılan bu FETÖ ve itibarsızlaştırma saldırılarına ana muhalefetin de itirazı olmamıştı. Aynen KKTC’nin varlığına son verecek Annan Planı’na 2003 yılından itibaren destek vermeleri ya da 5 Nisan 2004’te Doğu Akdeniz’de KKTC ve Türkiye’nin haklarını gasp eden GKRY’nin MEB ilanına ses çıkarmamaları gibi. Bu arada hapis cezalarına onay verenlerin ve yargılayanların bugün hepsinin FETÖ üyeliğinden hapiste olduklarını ekleyelim. Mavi Vatan’a bugün saldıranlara hatırlatmak isterim ki bu süreç acı, zorluklar, kayıplar........
© Veryansın TV
visit website