Doğu Akdeniz’de Yunan-İsrail-Güney Kıbrıs Rum ittifakının anatomisi ve Türkiye
Cem Gürdeniz yazdı…
Osmanlı döneminde kabaca 400 yıl değişik bölgelerde Türk idaresi altında yaşayan Yahudiler ile Rum/Yunan Hıristiyan Ortodokslar anlaşamazdı. Aralarında İsa ve Judas yüzünden ortaya çıkmış bin beş yüz yıllık bir kan davası vardı. Kan davası, Yunan bağımsızlığı sonrası arttı. 1821’de Mora’daki ayaklanmalarda 5000’e yakın Yahudi Türklerle birlikte katledildi. Yahudiler Korfu’ya kaçmak zorunda kaldı. Bağımsızlık sonrası Megali İdea rüyasına kapılan Yunan, Osmanlı idaresine ve Türklere sadık kaldıkları için Yahudilerle aralarındaki dinsel husumet daha da büyüdü.
Yahudi-Ortodoks Düşmanlığını besleyen en önemli unsurlardan birisi kan iftirası idi. Paskalya ekmeği yapımı için Hristiyan çocukların öldürüldüğü yalanı ile fanatik Yunan, Yahudileri günah keçisi yapıyor, mallarına zorla el koyuyor ya da göçe zorluyordu. 1840’ta Osmanlı idaresi altında Rodos adasında yaşanan kan iftirası olayı kısa sürede bir Yahudi katliamına yol açmadan önlenebilmişti. Diğer yandan Osmanlı’nın 1856 Tanzimat reformları ile Müslüman olmayan tebaa ile Yahudilere hukuki eşitlik tanıyıp ekonomik fırsatlar sağlanmasından geleneksel Hristiyan zanaatkâr ve tüccar kesimler rahatsız oldular. 1856 İstanbul Balat kan iftirası olayı Tanzimat Fermanından kısa bir süre sonra bu nedenle yaşanmıştı. Böylece Yahudi karşıtı söylentiler ve şiddet olayları tekrar canlandı. Batı Anadolu ve Ege’de 1870’lerden itibaren neredeyse her yıl bu tür Yahudi karşıtlığı olaylar yaşandı. Rumların yanı sıra bu saldırılara ve yağmalara çok zaman Ermeni ve Bulgar azınlıklar da katılırdı. Yahudi düşmanlığı onları birleştirirdi. Diğer yandan Yunanistan bağımsızlığı sonrası egemenliği altındaki topraklarda yaşanan kan iftirası olaylarına zaman zaman batı güçleri müdahale ederdi. Örneğin, 1847 yılında Atina ve Pire’de yaşayan Yahudilere karşı Paskalya Yortusu esnasında Yunan saldırıları başladı. Pireli zengin Sefarad Yahudisi David Pacifico ‘nun evine saldırıldı. Canını zor kurtaran Pacifico, aynı zamanda İngiliz vatandaşı olduğundan İngiltere Büyükelçiliği’ne sığındı. İngiliz hükümeti ona verilen zararın tazmini için Yunan hükümetine nota verdi. Yunan Hükümeti 1850 yılına kadar bu talepleri karşılamayınca, 1850 yılında İngiliz Akdeniz Filosunun zırhlıları Pire Limanını ablukaya aldı. Ekonomi durma noktasına geldi. Tazminat derhal ödendi. Yunanın Girit İsyanı sırasında da 1868 yılında İstanbul Eyüp’te bazı Yahudiler Osmanlı ordusunun adadaki başarısını kutlayınca Rum Papazların tahrikine uğradı ve ciddi tacizler yaşandı. 1870’lerden itibaren batının desteğini her alanda yanına alan Yunanın şımarıklığı ile Osmanlı idaresi altında yaşayan Rumların Yahudilere düşmanlığı arttı. Ancak bu olaylar diğer yandan Osmanlı idaresini batılıların müdahalesine açık bir duruma getirmişti. O nedenle Osmanlı idaresi daha sonra bu tip krizleri önlemede çok ciddi tedbirler aldı ve Yahudileri Yunan ve Rum’dan korudu. Bu önlemlere rağmen özellikle Batı Anadolu, Makedonya ve Trakya bölgelerinde, her yıl paskalya öncesi ortaya atılan kan iftiraları nedeniyle birçok şehir ve kasabada şiddet olayları yaşandı. Bunların içinde 1872 ve 1873’te İzmir, Selanik, Trakya bölgesi, Girit/ Kandiye ve Edirne’de kan iftiraları olayları yaşandı. 1874’te Balat ve Fener’de genç bir Rum kızının cesedinin bulunmasıyla yaşanan olaylar ciddi boyutlara ilerledi ancak büyük kayıplar yaşanmadan önlendi. Balkan Savaşında 9 Kasım 1912 günü Osmanlı Selanik’i terk ederken de en büyük zarar Yahudi mahallelerine verildi. Yunan hepsini yaktı. Neredeyse Yahudi nüfusun en yoğun yaşadığı bu şehirde (157 binin 61 bini Yahudi) hiçbirine kalma hakkı tanınmadı. Onbinlerce Türk’le birlikte Yahudiler de öldürüldü. Çok büyük bir çoğunluğu ya İzmir’e ya da İtalya’ya kaçtı. Bu sebeple Mütareke dönemi ve Kurtuluş Savaşı sırasında Osmanlının Yahudi cemaati işgalci Rumlarla iş birliği yapmadı ve sonuna kadar Kurtuluş Savaşını destekledi.
Yunanistan’ın Yahudilere ve İsrail’e bakışında dinsel sosyolojinin ve tarihsel mirasın önemli rolü her zaman oldu. Ancak Yunanistan’ın Türkiye düşmanlığı ve ABD/AB jeopolitiğinde oynadığı vekalet rolü onun bu yaklaşımını yıllar içinde değiştirdi. Yunanistan Akdeniz havzasında Arap dünyası dışındakiler içinde İsrail’i tanıyan en son ülke oldu. Atina, FKÖ, (Filistin Kurtuluş Örgütü) ile 1981’de ilk diplomatik ilişkisini kurduktan sonra İsrail’i Türkiye’den 42 yıl sonra 15 Mart 1991’de tanıdı. Geç tanımanın pek çok nedeni vardı. Yunanistan İkinci Dünya Savaşı sonrası genelde Amerikan karşıtı bir politika izledi. Enerjide Araplara bağımlı bir devlet olarak Arap’ları karşısına almadan yakın durmayı tercih etti. Türkiye’nin geleneksel Arap Dünyasına uzak durma siyasetine karşı Yunanistan bu ülkelerle yakın ilişkiler geliştirdi. Diğer yandan İsrail, İngiltere tarafından yaratılan ancak İkinci Dünya Savaşı sonunda ABD tarafından resmen kurularak, korunan Ortadoğu’daki Amerikan Garnizon devletidir. Ona gerek enerji jeopolitiği gerekse kenar kuşak jeopolitiğinde ABD’nin Akdeniz ve Ortadoğu havzasındaki en önemli kalesi görevi verildi.
Marshall Yardım Planı, Truman doktrini ve NATO üyeliğinden sonra ABD’nin bir vekiline dönüşen Türkiye’ye İsrail’e yakın durma ve destek görevi verildi. Türkiye bu rolünü Arap dünyasını da karşısına almayacak şekilde 2009 yılına kadar sürdürdü. Bu nedenle Yunanistan’ın İsrail’i geç tanımasındaki temel nedenlerden birisi de Türkiye ile denge arayışı olmuştur. Türkiye, İsrail’e yaklaştıkça Yunanistan uzaklaşmıştır. Örneğin 1967 Arap İsrail savaşında Yunanistan Arapların yanında durmuştur. 1973 Yom Kippur harbinde İsrail’in Amerikan yardımı gelmese neredeyse büyük bir darbe alacağı ortamda Washington’u Araplara karşı nükleer silah kullanma tehdidi ile yanına çekerek Nickel Grass operasyonu sayesinde büyük askeri yardım alarak savaşı kazandığı bilinmektedir. Bu harpte Yunanistan Avrupa’daki Amerikan üslerinden İsrail’e yardım getiren Amerikan askeri uçaklarına hava sahasını ve meydanlarını açmadı. Aksine Mısır’a destek sağlayan Sovyet uçaklarına hava sahasını açtı. Benzer şekilde Akdeniz’de Sovyet 5. Eskadra’sı gemilerine karasuları içinde demirleme yerleri verdi ve destek imkanları tanıdı.
İran’da 1979 devrimi sonrası Amerikan karşıtı bir rejimin iktidara gelmesi ve 1 yıl sonra Afganistan’ın SSCB tarafından işgali ile ABD, kenar kuşak jeopolitiğinde büyük yara aldı. Daha fazla kayba tahammül edemezdi. Camp David Anlaşması ile önce İsrail ile Mısır yakınlaştırıldı. 1980, 12 Eylül darbesi ile Türkiye’de hem neo liberal ekonomik düzene geçiş (24 Ocak kararları) hem de Ankara’nın tamamen Amerikan politikalarına teslimiyeti sağlanmış oldu. Böylece Doğu Akdeniz havzasında Mısır, İsrail ve Türkiye üçgeni ile Arap milliyetçiliğine ve İran etki alanına karşı bir cephe kuruldu. Bu gelişme ile 1948’den itibaren zaten İsrail ile ilişkileri her alanda iyi olan Ankara dolaylı olarak Yunanistan’ın Arap alemine daha da yakınlaşmasına neden oldu. 1981 yılında Yunanistan’ın AB üyesi olması İsrail’e bakışında kademeli bir değişim getirdi. Soğuk savaş sonrası yeni dengelerin ortaya çıkması Yunanistan’ın tamamen ABD ve AB yanlısı yeni bir dış politikaya yönelmesini sağladı. Artık iki kutup yoktu. ABD’nin soğuk savaşı kazanması demek İsrail’in bölgede güçlenmesi demekti. Ancak en önemlisi 1991’de ABD ve SSCB ortaklığında Madrid’de yapılan konferansta İsrail ile Arap ülkeleri ve Filistinliler arasında doğrudan müzakerelerle kapsamlı bir barış sürecinin başlatılması Yunanistan’ın İsrail’i tanımasında rol oynadı. Bu arada soğuk savaş sonrası Türk- İsrail iş birliği de gelişiyordu. Bu gelişmede temel faktörler ABD’de Yunanistan, GKRY ve Ermenistan’a karşı lobi çalışmalarına Yahudi desteği; Filistin Barış sürecinin başlaması, terörle mücadelede istihbarat paylaşımı ve serbest ticaret anlaşması önemli rol oynadı. Özal döneminden itibaren başlayan İsrail ile savunma alanında yakınlaşma da 1996 yılında imzalanan Askeri Eğitim ve İş Birliği Anlaşması ile yeni bir safhaya girdi. Türkiye ve İsrail arasında ortak tatbikatlar, askeri eğitim ve © Veryansın TV
