menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Çekirdek donanmadan, MİLGEM donanmasına-III

45 14
02.03.2025

Cem Gürdeniz yazdı…

Soğuk savaşın 1989’da bitmesiyle Türkiye yeni jeopolitik gerçeklikle karşı karşıya kaldı. NATO baskısı ile eski Varşova Paktı coğrafyasından 40 yıl ayrı tutulduktan sonra Adriyatik’ten Çin Seddine kadar uzanan geniş Avrasya’da eski akrabalarını ve aşinalarını buldu. Artık Donanmanın Soğuk Savaşta NATO tarafından kendisine biçilen görevleri dışında 1963 sonrası gelişen siyasi askeri konjonktür paralelinde odağa yerleşen Ege, Kıbrıs ve Akdeniz merkezli stratejik yönelişine yeni yaklaşımlar eklenecekti. Soğuk savaşta enerji toplayan Cumhuriyet Donanması artık açık denizlere çıkma aşamasına gelmişti. Ancak bu çıkış Ege ve Akdeniz coğrafyasında Türkiye’nin jeopolitik çıkarlarını korumasına engel olmamalıydı. Yunanistan her an için Ege Denizinde 12 mil karasuyu ilan edebilirdi. GKRY, Türkiye ve KKTC’nin jeopolitik çıkarlarına aykırı şekilde silahlanabilir ve Yunanistan ile ortak hareket edebilirdi.

Ertuğrul firkateyninin 1890 yılındaki trajik seferinden 100 yıl sonra 1990’da ilk kez 3 yaşındaki TCG Turgutreis firkateyninin Japonya’ya gitmesi ve uzak doğuda liman ziyaretleri yapması donanmanın açık denizlere başarı ile yönelişinin ilk işareti oldu. Diğer yandan Ankara, 1991 yılında başlayan Yugoslavya’nın parçalanması ve Boşnak akraba ve dostlarımızın iç savaşta katledilmesine seyirci kalmış olmanın ağırlığı ile farklı düşünmeye mecburdu. Ancak donanma gerek silah gerekse sensör sistemlerinde pek çok alanda dışa bağımlıydı. Öncelikle dışa bağımlılıktan kurtulmak gerekiyordu. Savaş gemilerinin dizayn, tekne, silah, sensör, savaş yönetim sistemleri, ana/yardımcı makine sistemleri gibi alt alanlarında millileşme ve sonunda kendi savaş gemimizi en yüksek milli katkı payı ile yapmamız gerekiyordu.

Türkiye soğuk savaşın sonunda kenar kuşak jeopolitiğinde kendisine ABD tarafından biçilen rolün dışına çıkma temayülü gösteriyordu. Bu kapsamda ABD ve İsrail jeopolitiği için büyük bir hedef olan, Irak topraklarında Kürt devleti kurulmasına karşı Ankara’nın durumu sertleşiyordu. 2 Ekim 1992’de TCG Muavenet muhribimizin Amerikan uçak gemisi USS Saratoga tarafından NATO tatbikatı sırasında vurulması ABD tarafından verilen dolaylı bir mesajdı. Ancak ABD ve güdümündeki NATO’nun güney kanattaki en önemli devleti Türkiye’yi kaybetme lüksü yoktu. Kaza olması imkansıza yakın bu olay üzerine ABD, Türkiye’ye jest yapmak ve ilişikleri sıcak tutmak üzere sekiz adet 1200 psi’lık kazan sistemine sahip, Knox” sınıfı fırkateynleri, 1993-1995 arasında Türkiye’ye verdi. 1987-89 model 4 yeni Alman dizaynı MEKO sınıfı firkateynden sonra Türk denizcisi 1970 model Amerikan firkateynlerini kısa sürede teslim alarak Türkiye’ye getirdi. Öyle ki 1995 Ocak ayı itibarıyla, sekiz fırkateyn de harbe hazır statüde idi. Bu kendi çapında bir rekordu. O kadar hızlı bir geçiş yaşandı ki örneğin TCG Zafer fırkateyni ABD’de Türk Sancağını toka etmesinden 9 ay sonra, 1994 Eylül ayında üzerinde AB 212 helikopteri ile NATO’nun Adriyatik’te STANAVFORMED görevine gönderilebilmişti. Knox sınıfı gemilerle birlikte Harpoon füze gücü ile Denizaltı Savunma Harbi gücümüzde ciddi artış oldu. Dolayısı ile Ege’de Yunan Donanmasına karşı nicel üstünlük sağlandı. Bu arada 16 Kasım 1994 tarihinde BM Deniz Hukuku Sözleşmesi (UNCLOS III), yürürlüğe girecekti ve Yunanistan’ın o tarihten itibaren Ege Denizinde karasularını 12 mile çıkarma niyeti teoriden pratiğe her an geçebilirdi. Knox sınıfı 8 fırkateynin en azından 45 yaşındaki 13 muhribin 8’ini değiştirmesi ile Ankara rahat bir nefes aldı. 16 Kasım 1994 tarihinden sonra, Ege’de “12 mil endişesinin atlatılması, Kuvvet Komutanı Oramiral Vural Bayazıt’a alışılmışın dışında 3 yıl süren görev süresinin son yılında yapabileceklerine odaklanma fırsatı sunmuştu.

1994 yılı sonunda, ABD, bu kez Türkiye’ye hizmet dışına çıkardığı biri soğuk gemi statüsünde, üç adet 1980 model Gabya sınıfı “FFG 7 (O.H.Perry)” sınıfı fırkateyni teklif etti. Bu gemilerin ilki (TCG Gaziantep) için 1995 Temmuz’unda ABD’ye personel gönderildi. Ancak 1995 Aralık ayında başlayan Kardak krizi nedeni ile üç geminin Türkiye’ye transferi Rum asıllı Senatör Sarbanes tarafından durduruldu. Uzun bir bekleme sürecinden sonra ancak 3 yıl sonra 1998 Mart ayı başında 3 gemi de Türkiye’ye geldi. Bu gemiler ile ilk kez SM 1 Standart Hava Savunma Füzesi ve tamamen gaz türbini ile tahrik edilen firkateynler donanma emrine girdi. Bu gemilerin sayısı 2002 Ağustos ayında toplam 8 olacaktı. Her yönü ile çok etkili savaş gemisi olan Gabya sınıfı firkateynlerin donanmaya etkin şekilde katılmaları donanmanın harekât temposu ve harekât çapını önemli ölçüde artıracaktı. Diğer yandan Deniz Kuvvetleri gemileri ABD’den aldığı şekilde kullanmıyordu. Gemilere modernizasyon projeleri uygulamayı ve savaş etkinliklerini artırmayı da başarıyordu.

MİLGEM (Milli Gemi)’nin Tohumları Atılıyor. 15. Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Vural Bayazıt Oramiral Necdet Uran’dan sonra kuvvet komutanı olarak 2 yıllık sürenin dışına çıkan ve 3 yıl görev yapan tek komutan olmuştu. Ege’de Yunanistan ile olası 12 mil krizine karşı tedbirlerini aldıktan sonra Cumhuriyet Donanmasının en büyük hedefi olan kendi gemisini kendi yapma hedefine yöneldi. Onun bu hedefini gerçekliğe dönüştürmede önemli rol oynayan karargahında Plan Prensipler Başkanı olarak görev yapan Amiral Mustafa Özbey bu hedefe yönelmenin yaklaşımını şöyle izah ediyor: ‘’MİLGEM projesi, bir gemi tasarım ve yapımı olarak görülürse, sanırım eksik bir değerlendirme yapmış oluruz. MİLGEM projesi aslında, üzerinde çok titiz çalışılmış bir strateji belgesinin ürünüdür. Stratejinin birinci ayağı, dış kredi ile projeyi finansal yönden tutsak eden yaklaşımdan, ulusal kaynağı tedarik amaçlı kullanma modeline geçilmiş olmasıdır. Böylece, gemi tipini dış krediye mahkûm olma sarmalından kurtarmış olduk. Stratejinin ikinci ayağı olarak, MİLGEM yalnız bir gemi inşa projesi olarak değil, gemide var olan tüm alt sistemlerin milli olarak yapımı şeklinde tasarlandı.’’ Diğer yandan 1993 konjonktüründe hayal edilen hedefte Savunma Sanayi Müsteşarlığı, Deniz Kuvvetleri, askeri ve sivil tersaneler, üniversiteler, TÜBİTAK, TSK Güçlendirme Vakfına bağlı ASELSAN, HAVELSAN ve ROKETSAN gibi savunma sanayi şirketleri, Türk sanayi alt yapısı bütünleşik iş birliği şeklinde çalışmalıydı. Tuzla bölgesi başta olmak üzere sivil tersanelerin muharip ve yardımcı

© Veryansın TV