Baş Palyaço Trump Geri Döndü: 2025 NATO Zirvesi Üzerine Hicivli Bir Akademik İnceleme
2025 Lahey NATO Zirvesinde ABD Başkanı Donald J. Trump’ın diplomatik sahneye dönüşüyle birlikte NATO’nun kurumsal kimliğinde yaşanan dönüşüm, liderlerin temsil krizleri, Avrupa halklarının tepkileri ve İspanya’nın farklılaşan tavrı merkeze alındı. Popülizm, politik estetik ve temsil teorisi çerçevesinde, bu zirve bir güvenlik buluşmasından çok bir siyasi maskeli balo olarak ele alınmadı daha doğru olacaktır.
Haziran 2025’te Lahey’de gerçekleşen NATO Zirvesi, klasik diplomatik protokoller, kolektif güvenlik vizyonları ya da teknik savunma stratejilerinden ziyade bir medya performansına ev sahipliği yaptı. Etkinliğin resmi teması “yeni nesil savunma işbirliği” olarak ilan edilse de, zirvenin fiilî teması, Donald J. Trump’ın dramatik geri dönüşü ve bu dönüşe Avrupa’nın verdiği “tepkisiz tepki”ydi. Bu bağlamda zirve, akademik literatürde daha önce yalnızca totaliter rejimlerde incelenmiş olan “otoriteye bağlılık ritüelleri”yle benzeşir biçimde gelişti.¹
Zirvenin görsel dili, içerikten bağımsız biçimde tek bir merkez etrafında şekillendi: Trump. Girişteki kırmızı halıdan oturum aralarındaki mikrofonlara kadar, liderlerin bütün jestleri bu merkezle uyumlu olmak zorundaydı. Bu nedenle zirve, NATO’nun kurumsal reflekslerinin değil; bir bireyin jestlerinin belirlediği bir politik estetik ve Trump’ın siyasi orgazm gösterisine dönüştü.²
Trump, 2024 seçimlerini yeniden kazandıktan sonra, 2025’te ilk kez büyük bir uluslararası zirveye katıldı. Onun zirveye gelişi, siyasi değil, teatraldi. NATO salonuna bir devlet adamı gibi değil; yıllar sonra geri dönen bir pop yıldızı gibi girdi. Önde ABD bayrağı, arkada danışmanlar, yüzünde memnun bir tebessüm: bu kare, uluslararası basının tamamında zirvenin özeti olarak yayımlandı.
Popülizm sahneye çıktığında, diplomasinin dili susar. Trump’ın konuşmaları içerikten çok tona, söylenenlerden çok sahnelenenlere dayalıydı. Bu, Benjamin Moffitt’in “popülist performans tarzı”³ olarak adlandırdığı fenomenin zirve örneklerinden biridir: Lider, hitap ettiği kitleyi gerçeklik üzerinden değil; gösteri üzerinden yönetir. Burada dikkat edilmesi gereken şey, diğer liderlerin bu gösteriye Trump’a yağcılığın zirvesindeki katılma biçimleridir.
Trump, zirvede şu cümleyi kurdu:
“Sizi korumak zorunda değilim. Ama eğer %5’i öderseniz, konuşabiliriz.”
Bu söz, klasik NATO protokollerine bir meydan okumadır. Ancak asıl trajikomik olan, bu tehdidin ardından gelen alkışlardır. Liderlerin alkışları, Trump’ın istediği şeyi duyduklarından değil; öfkelenmesinden korktukları için yükselmiştir. Arendt’in “otorite karşısında düşünme yetisini kaybetmiş kitleler”⁴ analizine adeta sahne kurulmuştur.
3.1. Protokolden Psikodramaya
NATO’nun tarihsel işleyişi, eşit müttefikler arasında fikir alışverişine dayalıdır. Ancak 2025 Lahey Zirvesi, bu kurgunun fiilen ortadan kalktığını gösterdi. Zirvede protokol konuşmaları yerine Trump’ın doğrudan “rica değil, emir” tonuyla yaptığı çıkışlar hâkimdi. Diplomatik çokluğun yerini, bir tek ses etrafında hizalanan sessizlik aldı.
Özellikle zirve masasındaki sahne şuydu: Trump konuştuğunda liderler başlarını öne eğiyor, konuşma bitince alkışlıyor; aralarda ise “Sayın Başkan çok haklı” türünden tekrarlar ile Trump’ın duymak isteyeceği mesajlar dile getiriliyordu. Bu manzara, klasik “ittifak diplomasisi”ni değil, duygusal rehin alınmışlık halini andırıyordu.
Politik psikologlara göre, bu tür davranışlar yalnızca güç dengesizliğinden değil, aynı zamanda “otoriteye maruz kalma sendromu”ndan kaynaklanır.⁵ Liderler, kendi halklarının gözünde meşruiyetlerini koruma refleksini yitirip, süpergücün liderine karşı kişisel bir korunma güdüsüyle hareket etmeye başlarlar.
3.2. Biat Estetiği: Alkış, Tebessüm, Sessizlik
Zirvede öne çıkan davranış biçimi, neredeyse ritüelleşmişti. Trump her konuşmasında “%5 savunma bütçesi”ni dayatırken, birçok lider başıyla onaylıyor, bazıları söz alıp Trump’ı destekliyor, kimisi ise sadece tebessümle geçiştiriyordu. Öne çıkan örneklerden biri Almanya Başbakanı’na aitti. Kendisinden sonra söz alan bir lider “Başkan Trump’ın kararlı duruşu ilham verici” dediğinde Almanya Başbakanı, tebessüm edip alkışladı. Ne itiraz etti ne de alternatif sundu. Bu, suskunluk yoluyla biatın bir örneğiydi.
Hollandalı siyaset kuramcısı Hendrik Van der Loo’nun deyimiyle bu tür toplantılar, “otoriter estetiğin liberal vitrinidir.”⁶ İçeriği değil görünümü önceler; gerçekte karar alınmaz, yalnızca karar alınmış gibi yapılır. Bu zirvede de, liderler alınan kararların arkasında değil; alkışların ortasında konumlandılar.
3.3. İttifak mı, Müşteri Kulübü mü?
Trump’ın zirve boyunca kurduğu temel söylem, NATO’nun bir güvenlik ittifakı değil, bir güvenlik şirketi olduğu yönündeydi. “Paranı ver, seni savunayım” formülü, 20. yüzyılın kolektif savunma anlayışıyla taban tabana zıttır. Ancak bu yaklaşımın karşısında ciddi bir direniş gösterilmedi. Aksine, bazı liderler kendi halklarına dönmeden önce kameralar karşısında “biz bu yükümlülüğü alacağız” mesajı verdiler.
Bu, NATO’nun “asli ruhuna karşı bir kırılmayı değil; ruh kaybını simgeliyor”. NATO, ortak tehditlere karşı dayanışma göstermek üzere kurulmuşken, 2025 zirvesinde bu dayanışmanın yerini “lideri memnun etme yarışına” bırakması, kurumun içinin boşaldığını kanıtladı.
Zygmunt Bauman’ın “likit modernlikte kurumlar birer vitrin haline gelir”⁷ tespiti, tam da burada geçerlidir. NATO hâlâ vardır, evet; ama yalnızca tabelada. İçerik, Trump’ın mizacına bağlı olarak değişken, geçici ve gösterisel hâle gelmiştir.
3.4. Liderlerin Suskunluğu, Halkın Utancı
Zirve boyunca hiçbir Avrupalı lider, Trump’a doğrudan karşı çıkmadı. Bu sessizlik, yalnızca politik değil, etik ve aşağılık kompleksli bir suskunluktu. Arendt’in deyimiyle, “kötülük sıradanlaştığında, ahlak kendini görünmez kılar.”⁸ Liderlerin Trump’ın taleplerine karşı koymaması, yağcılıkları sadece siyasi değil; ahlaki bir çöküştür.
Bir düşünce deneyine başvuralım: Zirvede herhangi bir lider, kalkıp “Biz halkımızın parasıyla baskıya değil, barışa yatırım yapacağız” deseydi, Trump’ın tepkisi ne olurdu? Belki hakaret ve küfür ederdi, belki ABD’yi geri çekerdi. Ancak bu tepkinin karşısında yükselen bir siyasi onur olurdu. Oysa liderler, bu ihtimali dahi göze alamayacak kadar meşruiyet korkusu içindeydi.
3.5. Siyasi Stockholm Sendromu
Sonuç olarak, bu bölümün temel savı şudur: NATO’nun 2025 zirvesinde yaşananlar bir güvenlik politikası tartışması değil; politik Stockholm Sendromu gösterisidir. Liderler, kendi meşruiyetlerini korumak yerine, süpergücün liderinin gönlünü almaya yönelmişlerdir. Ortaya çıkan tablo, bir askeri ittifakın değil; politik bir mahkûmlar kulübünün iç sesidir.
Böylece NATO, yalnızca askeri değil; ahlaki ve temsili anlamda da çöküş sürecine girmiştir. Ve her çöküş, önce maskeyle başlar.
4.1. Tek Başına Ayağa Kalkmak: Rasyonel Bir Ret
Lahey’deki 2025 NATO zirvesinde, Trump’ın abartılı taleplerine karşı doğrudan ve somut bir karşı pozisyon alan tek lider İspanya Başbakanı oldu. Diğer liderler alkışlarla destek verirken, İspanya sessiz ve kararlı bir biçimde “Hayır” dedi. Bu ret, yalnızca bir bütçe meselesi değil, politik aklın ve ahlaki sorumluluğun temsiliydi.
İspanya Başbakanı’nın zirvedeki sözleri tarihe geçecek nitelikteydi:
“Küresel tehditlere karşı hazırlıklı olmalıyız; ama halkımızın temel ihtiyaçlarını feda ederek değil. NATO’dan çıkmıyoruz, ama Trump’ın kişisel ajandasına da teslim olmayacağız.” (Martínez, 2025)¹
Bu çıkış, siyasi değil ahlaki bir cesaret gösterisiydi. Yüzde 5 savunma bütçesi talebi, İspanya için bir anlam ifade etmiyordu çünkü ülkenin iç kamuoyu hâlâ pandeminin ve ekonomik resesyonun etkilerini taşıyordu. Sosyal harcamaların kesilmesi, halk sağlığından eğitime kadar birçok alanda travmatik sonuçlar doğuracaktı. İspanyol hükümeti bu bedeli ödemeyi reddetti.
4.2. Somut Düşman Yoksa Silah Niye?
İspanya’nın temel argümanı, gerçekçi ve rasyoneldi: Doğrudan bir tehdit algısı yoksa, askeri harcamaların artırılmasının hiçbir mantığı yoktur. Üstelik Akdeniz sınırında göçmen akınları, kuraklık ve genç işsizlik gibi güncel ve acil krizler, askeri tatbikatlardan daha fazla öncelik gerektiriyordu.
Bu noktada İspanya’nın pozisyonu, yalnızca Trump’a değil, kolektif korku üretimiyle varlığını sürdüren NATO refleksine de eleştiriydi. NATO’nun son on yılda varlığını “potansiyel tehditler” üzerinden gerekçelendirmesi, giderek bir tür politik paranoyaya dönüşmüştü. İspanya, bu retoriği keserek “tehdit yoksa yatırım barışadır” dedi.
Bu tutum, Clausewitz’in savaş teorisinden çok, Johan Galtung’un barış sosyolojisine yakındı. Galtung’un “pozitif barış” anlayışı, sadece şiddetsizliği değil, sosyal refahı da kapsar. İspanya bu yaklaşımla, silah değil; sosyal adaletin güvenlik getireceğini savundu.²
4.3. Diplomatik Onur: Sessizliğin Siyaseti
Zirve salonunda İspanya Başbakanı, diğer liderlerin coşkulu alkışlarına katılmadı. Yüzünde ne aşağılayıcı bir ifade vardı ne de meydan okurcasına bir tutum. Onun seçtiği ifade, sessiz diplomatik protestoydu. Sessizlik burada pasiflik değil, temsil ettiği halkın çıkarları adına aktif bir konumlanmaydı.
Hannah Arendt’in “ahlaki düşünme” olarak nitelendirdiği eylem tarzı, burada açıkça görülmektedir. Arendt’e göre gerçek etik, çoğunluğa karşı düşünmeyi göze alabilmekle başlar.³ Bu bağlamda İspanya’nın duruşu, yalnızca etik değil; aynı zamanda politik özsaygının yeniden ilanıdır.
İspanyol kamuoyunun bu tavra verdiği destek de dikkat çekiciydi. El País’in yaptığı kamuoyu araştırmasına göre, halkın r’si “Trump’a karşı duruşu olumlu bulduğunu” belirtmiş, c’ü ise “askeri değil, sosyal harcama istiyoruz” yanıtını vermiştir.⁴ Bu durum, İspanya liderliğinin yalnız olmadığını, arkasında halk iradesiyle konuştuğunu göstermektedir.
4.4. Avrupalılaşma mı, Amerikalılaşma mı?
İspanya’nın tutumu aynı zamanda Avrupa kimliği açısından da bir sınav niteliğindeydi. Çünkü diğer Avrupalı liderler, Trump’a “karşı durmak Avrupalılığa zarar verir” gibi bir pasif refleksle yaklaştılar. Oysa İspanya, Avrupa’nın gerçek ruhunun teslimiyet değil; direnç, demokrasi ve rasyonalite olduğunu savundu.
Bu tavır, AB’nin geleceği için de önemli bir referans olabilir. Eğer Avrupa, her seferinde ABD liderliğini takip edecekse, stratejik özerklik sadece bir kavramsal fantezi olarak kalır. İspanya, bu bağımlılık ilişkisini reddederek NATO içinde bile Avrupalı karakterin nasıl korunabileceğini göstermiştir.
4.5. İspanya Bir Model mi, İstisna mı?
Zirve sonrası en çok tartışılan soru şuydu: “İspanya bir istisna mı, yoksa yeni bir modelin habercisi mi?” Bu soruya net bir yanıt vermek zor. Ancak açık olan şu ki; İspanya’nın duruşu diğer liderleri utandırdı. Çünkü aynı halk baskılarına sahip olan diğer ülkeler, benzer bir direnç göstermediler. İspanya’nın farklılığı, ekonomik kapasitesinde değil; politik ahlakında gizliydi.
Eğer Avrupa içinde başka ülkeler de bu tür etik ve halk merkezli bir dış politika anlayışını benimsediğinde, NATO’nun doğası yeniden tanımlanabilir. Aksi hâlde, İspanya bir diplomatik yalnızlık hikâyesine dönüşür. Ve tarih, yalnız haklı olanları değil; yalnız kalanları da unutur.
5.1. Kolektif Savunma mı, Kişisel Kalkan mı?
Kuzey Atlantik Antlaşması’nın meşhur 5. maddesi, “bir üyeye yapılan saldırının hepsine yapılmış sayılacağı” prensibini temel alır. Bu madde, Soğuk Savaş boyunca NATO’nun sigortası, caydırıcılık politikasının da temel taşı olmuştur. Ancak Lahey’deki 2025 Zirvesi’nde bu maddenin anlamı pratikte şu hale gelmiştir:
“Trump isterse savunur, istemezse yalnız kalırsın.”
Bu dönüşümün anlamı yalnızca retorik değildir; yapısal ve stratejiktir. Trump, “NATO üyesi olmak yetmez, sadık olmak gerekir” diyerek, askeri ittifakı duygusal bağlılık kulübüne çevirmiştir. Üyeler, artık uluslararası hukuk temelinde değil, başkanın keyfine göre korunabileceklerini düşünmeye başlamıştır. Bu durum NATO’yu, demokratik devletlerin dayanışma platformu olmaktan çıkarıp, bir adamın öfkesinden sakınma ittifakına dönüştürmektedir.
Oysa ki güvenlik, öngörülebilirlik ve kurumsallık ister. Trump’ın bu yaklaşımla NATO’yu bir “şirket kültürüne” indirgemesi, savunma alanında bile CEO-sadakat modeli oluşturmuştur: Trump patron, diğerleri memur. Bunun uluslararası hukuka değil, mafya estetiğine daha yakın bir yapı olduğu açıktır.
5.2. Yüzde Beşlik Komedi: Matematiksel Mizah
Trump’ın NATO zirvesindeki en çok yankı uyandıran taleplerinden biri, üye ülkelerin savunma harcamalarını GSYİH’nin %5’ine çıkarmasıydı. Şu anda bile %2 hedefini tutturamayan ülkeler için bu öneri, gerçekçilikten uzak olduğu kadar, liderin egosunu tatmine yönelik bir kas şovu olarak yorumlandı.
Peki %5 ne demek?
Bu oran, Almanya için yaklaşık 200 milyar euro; Fransa için 180 milyar euro gibi akıl almaz savunma bütçelerine denk geliyor. Eğitim, sağlık, yeşil dönüşüm gibi yatırımların yok sayılması anlamına gelen bu rakamlar, yalnızca finansal değil; politik olarak da absürttür.
Fransa Savunma Bakanı’nın toplantı sonrası mikrofonlara söylediği şu söz ise tarihe ironik bir not olarak geçmiştir:
“Biz yüzde 5’e çıkarsak, geriye sadece okullarımızı tank fabrikasına çevirmek kalıyor.” (Le Monde, 2025)
Bu önerinin alkışlanması, liderlerin rasyonellikten değil; Trump’ın gazabından korkmalarından kaynaklanıyordu. Zirve salonu bir strateji merkezinden çok, “sadakat gösterisinin zorunlu olduğu” bir mecburi tiyatroya dönüşmüştü. Matematikle değil, mitolojiyle yönetilen bir güvenlik sistemi.
5.3. Zirve Masası: Ulusal Onurun Mezarı
Zirvenin fotoğraflarına dikkatle bakıldığında, klasik NATO zirvelerinin o alışıldık........
© Turkish Forum
