N'olacak bu halimiz?
*
Değerli Okurlar,
Toplum olarak derin bir ikilem içindeyiz: Ya sorumluluktan kaçıp "Ben ne yapabilirim ki?" diyenler olacağız ya da bu gidişata hesap sorup "Biz nereye gidiyoruz?" diyenler.
Bugün Türkiye’de gençler işsiz, emekliler yoksul, çiftçi borç içinde...
Üç tarafı denizle çevrili dört bir yanında kaos ile süren hayatımız...
Ötekileştirme, kutuplaştırma, senden benden kavgası...
Kısaca içten ve dıştan gelen saldırıların kıskacındaki milyonların acıları, sıkıntıları ile bir labirentte sıkışıp çıkış için bir umut var mıdır yok mudur diyerek çırpınışlarını gören görebilen kaç kişi "Bu düzen böyle gitmemeli, gitmez!" diyerek harekete geçiyor?
Bakınız,
Siyaset sahnesinde başarısızlıklar zafer gibi sunuluyor, ekonomi makyajlı rakamlarla parlatılıyor ve adalet güçlülerin lehine esniyor. Eğitimden diploma alıyor ama düşünme becerisinden yoksun kalıyoruz. Üretmek yerine tüketimi konuşan bir toplum haline geldik. Milyonlarca mültecinin durumundan ya da kırk yıldır maddi manevi yıkıma sebebiyet veren terörden ve onu besleyen iç dış güçlerden bahsetmiyorum bile...
Her daim söylenen o sözü unutmayın;
Eğer,
Gören gözler kör, duyan kulaklar sağır, bilenler bilmez ve konuşması gereken ağızlar dilsiz olursa o cendereden çıkılabilir mi?
Cemil Meriç, "Hakikat, çoğu zaman en büyük düşmanını cahillerin alkışlarında bulur." derken haksız sayılmaz. Bugün o alkış, doğruyu söyleyeni değil de en gürültülü anlatanı ödüllendirmiyor mu?
Bu karmaşada kimliklerimiz de kayboluyor gibi... Sosyal medyada "erdemli" görünmeye çalışırken, özel hayatlarımızda farklı davranmıyor muyuz?
Yani, söz ile öz arasındaki makas her geçen gün biraz daha açılıyor.
İşte, bu iç içe geçmiş insan ve ülke gerçekliğini anlamak için iki farklı söze bakmak gerekiyor. Biri kadim bir atasözü,........
© Toplumsal
