Duyamamak, sesi yaşayamamak ne kötü…
Kendinden olduran yüreğimdeki ilahi sesi, gül yüzlü çocukların saf çığlığını, kuş cıvıltısını, arı vızıltısını, her dem sen, her dem aşk bağışlayan ilkyaz yağmurun çisiltisini, her mevsim Fırat’a deli dolu akan hırçın Muskan’ın su şarıltısını, kalu beladan bu yana evim, ocağım Zinar Zer’i kendine yoldaş bellemiş rüzgarın şarkısını, Milanî tapınağım Kura Mandel’i delice sıyırıp kendi yoluna giden öfkeli kara kuru fırtınalarımın ıslığını, en çok da seni duyamamak, hele dağ dağ, vadi vadi, yayla yayla, köy köy beni dolaştıran, en büyük aşkların, en amansız kavgaların, en trajik yenilgilerin, en unutulmaz zaferlerin kilamlarını, illa ki ta çocuk yaştan bu yana bildiğim, aşkla dinlediğim dengbêj Şakiro’yu, Bakî Xido’yu, Bavê Selah’ı, Garabetê Xaço’yu, Reso’yu, Sûsika Simo’yu, Meryem Xan’ı, Hesen Zîrek’i, Tahsin Taha’yı, Mihemed Arîf Cizrawî’yi, gönlümün sesi Siltanê Reş’i dinleyememek, ölümsüz avazlarına kapılıp gidememek, senin kadar dağ kavmine yaren, senden bana sığınak gülistanımı yaşayamamak ne kötü, ne büyük bir kayıp, ne ağır bir ceza, sana anlatamam sınırlarımın ötesindeki ses, Reşê. Bildiğin, sevdiğin Yazo’nun bana canından can bağışladığı, berbat bir yaz sıcağında yalnızlığıma terk edildiğim ilk kundağın, korku içinde yaşadığım ilk yabancılığımın diyarı dünyanın sonsuz uğultudan, dahası ilk nefesimde beni ürküten baş belası ritmi bozuk gürültüden ibaret bir yer olduğunu düşünmeye, bellemeye başlamak ne büyük bir kaos, ne büyük bir iç çöküş, bir bilsen…
Evet, hayat ses olmalı, ses sen olmalısın su kadar sevdiğim, dağım bildiğim, kah yücelten, kah yerin dibine sokan baş belam, gulistanım. Her dem halay başı kızlarına ve oğullarına bittiğim........
© Tigris Haber
