Dağ, hiçbirini geri vermedi…
Dağ, hiçbirini geri vermedi. Tanıdığım, tanımadığım bir kişi bile sağ salim geri dönmedi, o bile. Onun gidişi bana ağır gelmiş olsa da hep saygı duymuştum. Benden habersiz de olsa kendi yoluna gitmiş olması, belki de kendi hikayesine kahraman, güneşine yoldaş olmayı istemiş olması beni içten içe sevindirmişti, hatta göğsümü kabartmıştı desem yeridir. Ama ona kızgındım, benden saklı gizli iş çevirdiği, haber etmeden kendi yoluna gittiği için ona hiç olmadığı kadar kötü kırılmıştım. Hatta gidişini ilk duyduğumda öfke krizine girmiştim, habersiz kendi yoluna gitmeye karar vermiş olması beni delirtmişti, bir yolunu bulup aklından geçeni çıtlatması gerektiğini biliyordu, ettiğimiz yemine uymamıştı, ilk defa yan çizmişti. Neyse ki gittiği yerden yazdı, ilk fırsatta görüşecektik, mutlaka bana anlatacak, beni inandıracak bir hikayesi vardı, olmadı, bir daha da görüşemedik, gittiğiyle kaldı. Halbuki son mektubunu yazdığı Gorse’de buluşacaktık, hikayesini anlatacaktı, bildiği ne kadar in, mağara, sığınak varsa bir bir beni gezdirecekti, geçtiği ne kadar yol, yolak varsa hepsini dolaştıracaktı, son nefesini Bismil ovasında veren Şeyh Abdurrahim’in izinde yürüyerek Weşîn’e kadar, oradan da ta Kelaxsî’ye kadar gidecektik, hayranı olduğumu bildiği Şeyh Şerif’in köyüne misafir olacaktık. Hayatım boyunca izinde yürüdüğüm bizim Qefer Dede’nin, Pîr Aziz’in, Memê Şivan’ın, Şeyh Şerfedin’in, Sultan Sahak’ın, illa ki Düzgün Baba’nın yüzü suyu........
© Tigris Haber
